Seçkinci Hiper-Marksist Kişilik
Anladığım, iki türlü ‘seçkinci sosyalist’ kişilik arızası var memlekette: biri, özellikle ‘dinci’ (hatta, daha derinden bakarsak, dindar) karşısında yaşadığı irkilti ile maruf sosyalist kişiliğin arızası; bir diğeri de -onu da özellikle Sayın Sungur Savran kafamıza kakmakta-, ‘sol liberal’i teşhis, teşhir ve dahi kendi (haremi ismetine aldığı) sınıfsal duyarlıklı sosyalizmini yaldızlamakla maruf seçkinci (‘hiper Marksist’) sosyalist kişilik arızası. (Hyetert’te yayımlanan ve parodik bir tavırla Amerikan psikiyatrisinin -‘takıntılı tanılama hastalığı el kitabı’- DSM’sine* güzelleme niyetine ‘Sosyal Siyasal Kişilik Bozuklukları’ başlığıyla kaleme aldığım yazıda geçen -İP ve CHP rumuzlu ‘sivil siyasi yaşamımızın’ iki güzide partisince de temsil olunan- ‘Nasyonal Sosyalist Kişilik Bozukluğu’nu [NSKB] da hürmetle anmak isterim bu arada.)
‘Seçkinci Sosyalist Kişilik Bozukluğu’nun (SSKB), bu, dine ve dindara huylanmacı şubesinin, özellikle de -günümüzde- AKP’nin, saklı niyet ve saikleriyle ‘laik’ yaşantımıza -ve ‘Aydınlanmacı’ cumhuriyet kazanımlarımıza- halel getireceği duyarlılığı (‘önyargısı’) ile kapatılmasına ya da kapatılma sopasının hazırda tutulmasına (yani, bildik ‘yetke’ye) göz kırpan tavrını daha önce anmıştık -‘Evet, özgürlükler ve demokrasiden yanayım elbet ama onları kötü emelleri için araçsallaştıracaklara kanacak kadar da saf değilim’… (İlginçtir, ‘[sol] liberaller’in [örtük] emelleri ile ordunun vesayetçi tavrındaki ısrarın -neoliberal küreselci eksende- örtüşmekte olduğunu sol kamuya ihbar eden Ertuğrul Kürkçü’nün, yeni Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un konuşmasından [Karl Popper cımbızlamalı] alıntıyla altını çizdiği hassasiyet de benzer tınıda: “Özgürlük aşkının, onun kötüye kullanılmasının yarattığı problemleri görmemizi engellemesine izin vermemeliyiz”.) E, tabii, hal öyle olunca, az önceki ‘saflığa düşme korkulu şartlı özgürlükçü demokrat’ların NSKB’lilerden ayırıcı teşhisleri için, doğrudan ve açıktan orduyu göreve davet etmeseler ya da ergeneklerin avukatlığına soyunmasalar da, ‘yüksek yargı’ vb. 12 Eylülcü müdahalelerden ‘gizli’ keyifler tedarik edebilen yanlarına, ya da, özgürlükler söz konusu ise, ‘Kimin işine yarıyor?’ zihniyeti ile yaklaşma itiyadında oluşlarına dikkat edilmesi gerektiğini de hatırlatmak isterim -bir, ‘psikosiviliyatr’ olarak.
Şimdi, üstüme vazife edindiğimden değil de, artık şu memleketin -şunca deneyim(in)den sonra- özgürlükler ve demokrasi ile ilgili açılımlarına lafazanlıkları ve ahkâm kesicilikleri ile müdahil olmaktan usanmamış ‘sol liberal huylanmacı/ seçkinci sosyalist-hiper Marksist’ tavra (darbelerle birlikte) bi dur! hele demek için, -bir örnek vak’a olmak anlamında- Sayın Savran’ın Radikal İki’de yayımlanmış yazılarından doğru söz almak ve bazı sorular sormak istiyorum:
Toplumsal/ siyasi meseleler bağlamında muhataplarınızla tartışma tarzınız ‘ahlaki’ olarak sorunlu değil mi sizce? (Diyeceksiniz ki, ‘E sen de, SSKB, vs. tutturmuş gidiyorsun, onun neresi ahlaki?’ Evet, ama ben, özellikle isimlere yönelik değil, söz konusu nitemleri, bir siyasi tavrın ‘ruhsal’ zeminine de işaret etmek üzere kullanıyorum ve onları, ‘önyargılı yetkecil kişilik’ başlığı altında ilgili yerlerde genişçe de ele almaya çalıştım). Devam ediyorum; daha demokratik ve özgürlükçü bir toplum açılımı için el ele vermeniz gereken insanları değersizleştirmekte fazlaca ısrarlı değil misiniz? Hemen ikinci yazınızın ilk cümlesi: “Düş kırıklığı!” (23 yıldır sol liberalizm eleştirisi yapmakta imişsiniz, 1 Mayıs’taki AKP tavrını sol liberal aymazlığı uyarmak üzere -AB ile de ilişkilendirerek- bir kez daha ele almışsınız, birileri de size yanıt vermiş, ama…) Sonuç: “Görünürde tartışılacak kimse yok”! Öylesine mutlaklaştırılmış, yegâne doğru olmak anlamında öylesine ‘narsisistik’ ihtiyaçlara cevaben tahkim edilmiş bir solculuk ki, karşısında, farklı düşünenler ancak ön ilikleyip özür dilemek durumunda: “cevap verenlerin özeleştiriden kaçınmak için ne kadar tuhaf stratejilere başvurduğunu görmemek mümkün değil” ve biraz daha yeriniz olsa daha da eğlenebilecekmişsiniz: “daha uzun yazılabilecek bir ortamda tartışıyor olsaydık, okurumuza ne güzel, ne eğlenceli seçmeler yapabilirdik”. Ve aynı narsisistik büyüklenmeci (‘grandiose’) tavrın uzantısı: “…’nın kendi hatasını kabul eden örnek tavrına teşekkür edelim”. Eh, hadi artık isimle de analım, AKP yandaşı olduğu halde onun bile(!) ‘farkında olmayan’ bir Murat Belge teşhisi: “İşin en hoş yanı Belge’nin, bırakalım soldaki öteki üç pozisyonu [‘ulusalcılık, küreselcilik, Marksist enternasyonalizm’ oluyor onlar], kendi pozisyonunu bile bilmemesi”! Öylesi bir kendiliksizlik ki, sizin sadakatle yıllardır sahip çıktığınız ‘Devrimci Marksizm’den kopuklukla malul Belge şunları bile söyleyebiliyor: “Örneğin Türkiye’de komünistler ‘sosyal demokrasi ile ittifak yapalım’ dediklerinde, kimi bulacaklar? İçinde Rosa’nın, Liebknecht’in muadillerinin bulunduğu bir parti mi?” Dünyanın hiçbir sosyal demokrat çevresinde anılan ‘devrimci Marksist’ isimlerin eşdeğerlilerinin bulunamayacağına dair kıskançça sahip çıkış ve hemen ardından gelen aşağılama: “Bu cümle, Belge’nin eskiden Marksistken öğrendiği en basit bilgileri bile unuttuğunu canlı biçimde gösteriyor”. Ve daha, ilk yazıda kendini ele veren bıçkınlık: “‘Ulusalcılar’ ile uğraşmak [uğraşmak!] elbette kolaydır. Biz ise Radikal İki yazarlarını Marksizm ile [Marksistlerle demek istiyorsunuz herhalde] tartışmaya çağırıyoruz”! Ben de birazdan, nasipse, demokrasi diyeceğim, özgürlükler -olabildiğince- diyeceğim, her türden hiyerarşiye ve tahakküme karşı olmaklıktan geçireceğim ‘sol etiği’ mümkünse, ama korkarım siz çoktan kolları sıvamış olacaksınız…
Bu faslı bitirmeden, bir psikosiviliyatr (biraz da psikanalist) olarak -görünenin (ya da bilinçli takdimin) ardındakine merakı zanaat edinmişlikle- şunu sormak isterim: Solculuk en temelde ‘eril iktidar hırsı’na karşı olmak ise (ve siyasi bilincini kendi mahreminizde tutma azminde olduğunuz ‘burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçi katmalar üzerindeki -artı-değer gaspıyla yürüyen- tahakküm kültürü ve pratiği’ de oradan besleniyor ve onu yeniden üretiyorsa), tavrınız solculuk adına özendirici/davetkâr geliyor mu size? Kısmetse daha sonra açmaya çalışacağım da, en yakınınızdakilerden dahi ‘düşman’lar devşirmeniz, “sınıf mücadelesinin düşük olduğu [dile takılmıyorum] bir dönemde sesini çok fazla duyuram[ayan]” Marksizminizin ‘hiperliği’ bağlamında, size de manidar gelmiyor mu? Ya da, ‘devrimci köktenci olumsuzlamalarınız’, bastırmaya çalıştığınız şeyin abartılı bir geri dönüşü olmasın? Dahası, öznesini dönüştüremeyen devrimci pratik, -diyelim bir gün devrimini gerçekleştirse bile- devirdiğinden farklısını kurabilir mi sizce?
__________________________________________
* Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | Leave a Comment
No Responses Yet to “Seçkinci Hiper-Marksist Kişilik”