‘Psikanalitik Duyarlıklı Bakış’la ‘Açılım’

29Eyl09

 

 

 

 

Bir ruhsal tedavi yordamı olarak psikanalize ‘yaratıcı duyarlıkla’ bakanlar, benliğin sağaltımı ve yeniden kuruluşunda, sorunun olduğu kadar, yenileyici ve zenginleştirici olanın da ‘çatışma’dan kaynaklandığını görürler (hayatın kendisinde de olduğu üzere).

Çatışma, yardım alma talebindeki kişinin ‘yakınma’ olarak dile getirdiği, bizimse, ‘belirti/ semptom’ diye adlandırdığımız şeyin ardında yatan, bilinçdışı nitelikli ‘dinamik’ bir örüntüdür. Bu tanımlamadan da anlaşılır ki, bir yakınmanın ve o anlamda bireysel ruhsal bir marazın halli, o yakınmayı hazırlayan çatışmanın tanınmasından, o da demektir ki, çatışma bileşenlerinin ayrıştırılmasından geçecektir. Sorunlu kişi, yakınma olarak dile getirdiğinden mustariptir, ama onu hazırlayan nedenin, yani, o iç çatışmanın bilincinde değildir. Benliksel varoluşunu kısıtlayan ve bir sorun olarak dile getirdiği şeyi hazırlayan çatışma bileşenlerinin bilince akmasını sağlayan, hastanın kendine ve kendisini dinleyen analistine doğru özgürce konuşmasıdır. Psikanalizde buna, ‘serbest çağrışım’ diyoruz. Çerçevesi uygunca kurulmuş özel bir ortamda ve ‘ilişki içre’ konuşulduğunu anımsatarak, buradaki, ‘serbestliğin’ güvencesinin, konuşan kişiyi, yansız-yüksüz-empatik bir tarzda dinleyen (yani, konuşanı yargılamadığı gibi, halden anlayan) bir analistin varlığı olduğunu da eklemek isterim.

 

‘Açılım’da Toplumsal Benlik Onarımının Yeri

Oradan gündemimize gelirsek, meselemiz, ‘Kürt Açılımı’ diye adlandırdığımız, sonradan (eğer, ‘Kürt’ kısmından korkmadıysak, daha ümit verici), ‘Demokratik Açılım’ diye anma ihtiyacı duyduğumuz bir meseledir. Yaşanış boyutları özel doğalarından kaynaklı farklılıklar göstermekle birlikte, tespitlerimin tüm ‘Milli Sorun/larımız’ için geçerli olduğunun da altını çizerek, ‘Açılım’ın nesnesi olan sorunun, bir, toplumsal benlik/ kendilik sorunu olduğunu söylemeliyim öncelikle. İlk adımdaki soru ise şu olmalı: Toplumsal benlik/ kendilik dediğimiz şey, sınıfsal, soysal, dinsel, vb. ayrıştırıcıların (ayırt ettirici özelliklerin yani!) ötesinde, belli bir coğrafyada yaşayan insanların, evrensel insanlık sahnesindeki duruşu ise öncelikle, böyle bir duruştan yana, kendimizde bir arıza, bir maraz görmekte miyiz? Öyle ya, az önce andığım marazlıyı, dinleyenle birlikte bir açılıma taşıyan, marazın, sahibi tarafından idrakidir. Bizde o -idrak- var mı?

Evet; akan kanın durması gerektiği ve takip edilmiş yolun yol olmadığının kabulü anlamında bir idrak var. Fakat, burada da, iki sorun çıkıyor karşımıza: Birincisi; CHP’si, MHP’si ve AP’si (‘Askeriye Partisi’) ile birlikte kayda değer sayıda ahaliden kişinin, ‘son terörist’ mavalının şehir efsanesi kıvamında bir mavranın malzemesi olduğunu hâlâ idrak edememiş, lakin, pervasızca dayılanabilir oluşları. İkincisi ise, yolun yol olmadığının kabulünün, otuz yıllık süreçte sağlanan ‘demokratik-siyasi’ erginleşmenin değil, şiddetle ‘sorun çözmede’ yaşanan fiili tıkanıklığın eseri olması. Birincisi, toplumsal desteğin güçsüzlüğünü (TMK mağduru çocuğa yönelik empati yoksunu ezici çoğunluğun tavrını da anımsayın), ikincisi ise, sorunun kabulünün ‘şiddet’in gölgesinde yaşanmışlığını işaret ediyor.

Gerçekçi bir durum tespiti yapma ihtiyacının ötesinde, gelinen -görece olumlu- idrak/ kabul noktasını değersizleştirecek değilim. Ancak, şunu da bilelim ki, toplumsal bir yakınma düzeyinde dile gelen şeyin giderilmesi, yani, ‘akan kanın durdurulması’, sorunun hazırlayıcı nedenlerinin (karşılıklı kan dökülmesine yol açan şeyin, yani, çatışma bileşenlerinin) ayrıştırılması, toplumsal bilince çıkması ve zenginleştirici işlevleri ile toplumsal benliğimize katılmaları anlamına gelmeyecektir. Yine psikanalizle benzerlik kurmak gerekirse, bu hal, çatışma bileşenlerini, -ayırdına varmak yerine- bilinçdışında bastırmak eğilimindeki hastanın gösterdiği dirence benzer. Nafile bir yoldur da; zira, hem kendi hayrına kullanacağı enerjiyi bastırma uğruna heba etmek, hem de, kendisini zenginleştirecek -kendine ait- unsurların kendiliğine katılmasını engellemek suretiyle yaşanan benliksel bir maluliyet halidir bu hal. Üstelik, sorunun bir yerden yeniden uç vermesi de kaçınılmazdır –tabiat kanunu gibi bir şey; bkz. sel felaketi!

 

Hakikat Komisyonları

Madem ki benzerlikler kurarak ilerliyoruz, hani az önce, psikanalizdeki kişiyi dinleyen analistin dinleyicilik vasıflarından söz etmiştim ya, hadi diyelim, samimi bir ‘sorun kabulü’ ile toplumsal kendiliğimizi ele almaya durduk, peki, sorunumuzu hazırlayan ‘hakikat’lerin ortaya çıkmasına, görünür olmasına yardımcı olacak ‘dinleyen’i nereden bulacağız? İşte, burada, yine bizden önce davranıp deneyimleri ile (Güney Afrika Cumhuriyeti örneğinde olduğu üzere) bize yol gösterenler var: İç savaş ve ağır insan hakları ihlalleri ile tüketilmiş geçmişin ağır yükünden kurtulmak, toplumsal barışı sağlamak ve demokrasiye geçişi kolaylaştırmak üzere kurulmuş ‘hakikat komisyonları’.

Hadi o zaman bir başka soru: Sorunu ya da olası hakikati kabul noktasında zaaf göstermekte isek, bizde acaba, anılan komisyon/lar kurulabilir mi? Bundan aylar öncesinde, Günlük gazetesindeki çok güzel yazısında, sayın Tahir Elçi şöyle diyor: “Hakikat komisyonlarının en belirgin özelliklerinden biri, resmi niteliğinin olmasıdır. Genellikle ya devlet başkanı veya hükümet tarafından çıkarılan bir kararnameye veya parlamentonun bir düzenlemesine dayanmıştır”. Kimi ülkede Birleşmiş Milletler kurulmalarına aracılık etmiş, kimi zaman muhalif güç ve devlet arasındaki silahlı çatışmanın sona erdirilmesi mutabakatı üzerine kurulmuş. Yani, tümden ‘sivil’ bir faaliyet ve iyi niyet çerçevesinde, kurduk deyince kurulmuş olan bir şey değil. Ayrıca, kurulduğunda, onu güvenilir kılıp yaptırımsal yetkiyle donatacak uygun, yeterli bir toplumsal/ siyasi iklimin de olması gerekiyor. Anlayacağınız, döndük yine başa!

O zaman bir alt soru: AKP’nin, kalkınmanın olduğu kadar, toplumsal ‘adalet’in sağlanmasına dönük samimi ve kararlı bir parti olmaya elverir dayanakları var mı? Dünyanın toplu durumu (küresel iktisadi gelişmeler ve onun pazara dönük ihtiyacından kaynaklanan ‘barış’a yatırım hâli) ve ondan nasiplenip AKP’nin arkasında duran sermaye sınıfının yararcı tavrı ötesinde, AKP’yi iktidara taşıyan kitlelerin siyasi mücadele kimliğinden beslenen (hakikat komisyonlarını da talep edecek) bir ‘demokratik açılım’ aşkından söz edebilir miyiz?

Ve o minvalde bir soru daha: Hem AKP’yi demokrasi ve özgürlükler bağlamındaki ürkek çizgisinden daha ileri itecek, hem de, hakikatin ortaya çıkmasına dair talebi, vazgeçilmez ve mümkün kılacak ‘özgürlükçü sol’ nerede? Dili ile dişi ile, düşman ilan ettiklerinin en temel varoluşsal haklarının ihlali üzerine tarihini kuran bir cumhuriyette, hadi halk düşmanlarından kahraman yaratan sol soytarılardan vazgeçtik, şunca adaletsizliğe duyarsız kalmayarak gerçek bir demokrasi talebi ile haykıracak yüz binlerin siyasi iradesi nerede?

Öyle ya da böyle; tarih, tarihimiz, şunca sorunu önüne kattı, günümüze, gündemimize taşıdı. Ve tarihte kimse ya da hiçbir toplum, türlü maskaralıkla yanlarından dolanmak veya reddetmek suretiyle sorununun, sorunlarının üstesinden gelemedi. Bir örneği yok bunun. Nasıl, sorunlarıyla yüzleşemeyen bireyler kendileri ile barışık ve mutlu bir hayat süremezlerse, sorunlarıyla yüzleşemeyen toplumlar da bir arada barış içinde yaşamayı (hassasiyeti olanların kulağına küpe, kalıcı ‘güvenliği’ de) temin edemezler.

 

Bir ‘akıl ve ruh sağlığı ve dahi hastalıkları’ uzmanı olarak diyeceğim budur.



No Responses Yet to “‘Psikanalitik Duyarlıklı Bakış’la ‘Açılım’”

  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s


%d blogcu bunu beğendi: