‘Anlam Yitimi Olarak Şiddet’

25Eyl09

 

 

 

 

‘Ero(poli)tika’dan bu yana ‘şiddet’ olgusu ya da gerçekliği üzerine söz alanlara yer veriyordum. Bu kez de bir başka örnek, Hans-Helmuth Gander’le de yarenliğimizi sağlamış olan, ‘Hannah Arendt’i yüzüncü doğum yılında anma’ toplantıları vesilesiyle ‘Defter’e katılıyor: Sanem Yazıcıoğlu ve ‘Anlam Yitimi Olarak Şiddet’.

 

Yazıcıoğlu, şunun altını çiziyor: Totalitarizmin Kökenleri ve İnsanlık Durumu (ki, benim yararlandığım kaynakta, bana göre aynı tadı vermeyen, ‘İnsanlık Koşulu’ olarak çevrilmiş) yanı sıra, Arendt’in diğer yapıtlarında da belirleyici olan izleğin iki uğrağı vardır; ‘eylemde bulunma’ -ki, bu, insan/ın kimliğini oluşturandır- ve ‘şiddet olgusu’ -o ise, evvelkinin tam karşısında yer alan, yani, varoluşun içini boşaltan şeydir. Bir yarar adına doğanın döngüsel hareketinin durdurulması ya da tahrip edilmesi, homo faber’e (üreten, yapan insana) şiddeti doğrudan deneyimleme imkânı sağlar. Denebilir ki, şiddet ya da şiddete maruz bırakma, tüm yapım etkinliklerinde vardır ve yapan özne olarak homo faber, her zaman doğayı tahrip edendir de: “Gerçekten de homo faber yalnızca hem üretebilmek hem de ürettiğini ortadan kaldırabilmek anlamında bütün etkinlik sürecine hakimdir”.

 

Peki, bu şiddete yatkınlığı, toplumsal alanda belirleyici olmaktan uzak tutacak şey nedir? Yazıcıoğlu da, sözü Arendt’e oradan taşımakta. Toplumsal alanda şiddetin önünü kesecek olan, ‘konuşma’dır. Sözün ‘eylemselliği’dir. Eşitlik içinde, ‘herkesin kendine özgülüğünü/ biricikliğini’ tanıyan, ötekinin eyleme hakkını gaspetmeyen bir eylemsellik. Dolayısıyla, ‘çoğulluk’. Bu, aynı zamanda, toplumsal siyasi iradenin de eşitlik ve çoğulluk ilkeleri çerçevesinde kendini kurmasıdır. Çoğulluğun, eşitlik ilkesi etrafında siyasi iradeyi kurması, ‘politik örgütlülük’ demektir, ya da onun sayesinde hayata geçer, eşitlik ve çoğulluk. Totalitarizmin Kökenleri isimli çalışmasında, Arendt şöyle söyler: “Salt varoluşta içerilen her şeyin tersine eşitlik bize verilmiş değidir; o adalet ilkesince yön verildiği ölçüde insani örgütlenmenin sonucudur. (…) Politik yaşamımız, örgütlenme yoluyla eşitliği oluşturabileceğimiz varsayımına dayanmaktadır; çünkü insan eşitleriyle ortak bir dünyaya girebilir, onu kurabilir ve değiştirebilir”.

 

Demek ki, insan önce, kendine özgülüğünü/ biricikliğini tanıyacak. Ama, tanıdım demekle olmuyor. Edimsellikle bunu ortaya koyması, görünür olması gerekiyor (blogcu muhayyel okura hitaben!). Bu ise, kendi adına söz almak, o da, kamusal alanın kuruluşunda kendi sözünün ardından yürüyerek inisiyatif almak demektir. Eğer, bu, eşitlik ve çoğulluk ilkeleri çerçevesinde kamusal hayatın edimselliğini belirlerse, oraya şiddet giremez. Söz alınmayan yer sahipsizdir ve oradaki boşluğu ‘totaliter’ şiddet doldurur.

 

Şimdi; kültürel/dilsel/soysal kimliğinden, inançsal, mezhepsel tercihine, oradan cinsel tercihine… aklınıza ne gelirse, kendi kimliği, düşüncesi, inancı, bedenselliği adına söz almak ya da sözünü öylece edimselleştirmek isteyenlerin ağzına şamar yerleştirmeyi usul ve esas bellemiş devlet nizamının cari olduğu şu coğrafyada, özellikle de solun/sosyalist-özgürlükçü solun, şiddetin bu tezahürüne -bilhassa!- karşı tavır alması gerekmez mi? Somut konuşursak, Kürt meselesinde, Ergenekon hadisesinde, zamanında cumhurbaşkanlığı seçimleri, parti kapatma davaları, türban meselesi, anayasa değişikliği girişimleri ve akıbeti, vs., söz konusu olduğunda, yukarıda anılan ilkeler çerçevesinde söz almayan, dahası, konuşma meclisinin yanından -‘hipermarksist’ müstehzi bir eda ile- dolanmayı marifet belleyen bir sosyalist sol, sol olabilir mi? Hayatla teması münasebetsizlik addeden bir sol, kitlelerin indinde sol kalabilir mi ya da böylesi bir hikmetsizlikle (ya da hikmeti kendinden menkullükle) halk indinde bir kıymete tekabül edebilir mi?



One Response to “‘Anlam Yitimi Olarak Şiddet’”

  1. 1 Nadya Uygun

    Halukcan,

    Eline saglik… her yazinda, her vurguladigin noktada yeni bir konuyu veya kavrami inceleme, arastirma geregini duyuyorum ki bu da gelisme surecini surekli kiliyor, bu acidan sana cok mutesekkirim. Iredelemis oldugun gibi sessiz kalmak, meydani siddeti uygulayanlara birakmak ve tepkisiz ya da ciliz tepkili olmak da bu cografyaya ozgu bir hadise… sanirim nicelik soz konusu yani tepki verecek olanlar azinlikta hem de miniskul bir azinlik… ornegin son olumde (katliamda), Ceylan icin, Okmaydani-Caglayan Mitingi’nin kacta kaci kadar insan sokaga dustu??? Binde biri olsa bile neden dusmedi? Bunu dusunuyorum ben hep:) dusecek olanlar nerede? Artik yoklar mi? Belki de gittiler uzun zaman once…


Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s


%d blogcu bunu beğendi: