İşkilli Kendilik Dingilder
Mayıs 2009’da Kuyerel‘de yayımlanmıştır.
‘Ergenekon’ süreci, birçok bakımdan hayırlara vesile oldu -en azından ne mal olduğumuza bir kez daha ayna tuttu- derim. Belki de ilk kez, bize ait bir pisliği, -milli hasletlerimizden sayıldığı üzere- halının altına değil de, milletin önüne doğru süpürmeye çalışmaktayız.
İlgili mahkemece, 25 Temmuz 2008 tarihinde kabul edilen savcılık iddianamesi uyarınca, soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar ve yargılama süreci dalga dalga ilerlemekte. Bir yanda, şakaya gelmeyecek raddede cephanelik malzeme, öte yanda -Fırat’ın öte yanında- insan kemikleri çıkmakta toprak altından. Bir yanda, meşru -en azından, Anayasa’da vazedilen esaslarla uyarlı ve o ölçüde demokratik- seçimlerle hükümet olan bir partinin -kıllı karın kaşıyıcı kalabalığın niteliksiz teveccühü ile geldiği- iktidardan -ulusal, ulvi ve dahi ‘insani’ kaygılarla- alaşağı edilmesinin yol bellendiği; o yol uyarınca, gazetecisi, rektörü, akademisyeni, sendikacısı, ticaret odacısı, vs. ile saygın eşhasın seferber olup teşkilatlandığı; teşkilatlananların, muvazzaflıklarında içlerinde ukde kalmış darbeyi ‘sivil’ destekle hayata geçirmeye azmetmiş asker eskilerinin emir ve komutasına girip memleketi harmanlamaya durdukları; öte yanda da, JİTEMgil marifetler ve her türden şiddet ile (‘devlet terörü!’) Kürt halkının (kültürel ve insani varlıklarıyla birlikte) kırıma uğratıldığı anlaşılmakta.
Kuşkusuz -hukuksallığa duyarlılığı ve özeni ile maruf ülkemde anılması şart!- bunlar, mahkemece karara bağlanmamış birer iddia sadece. Ancak, -basına yansıyan bilgi, belge ve diğer kanıtlarıyla epeyce inandırıcı duran- bir iddianın muhatabı olmanın ötesinde, sadece gözlerimizi açık tutmak suretiyle yaşadığımız kişisel tanıklıklarımız da var. Cumhuriyet’imizi sıram sıram tutan darbelerin (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül) nasıl yapıldığını ve yaşandığını, modernleşemeden atladığımız modern sonrası zamanlarımızın ‘28 Şubat’ının nasıl tezgâhlandığını, birazdan ‘kişiliksel maraz’ına değineceğim ‘ulus/devletsever-laikçi’ mümtaz ahali ve durumdan vazife çıkarmak üzere her dem duruma ayar çekmeyi sanat bellemiş ‘en güvenilir’ kuvvetlerimizin, e-muhtıralar, nice gözdağı vermeceler, 367 Vak’ası, vs. marifetiyle ‘Cumhuriyet Mitingleri’ manevi evreninde nasıl kenetlendiklerini açık kalabilen gözlerimiz gördü elbet.
Şimdi, ben bu noktada, bir ruh erbabı olarak söz almak ve şu soruyu bir kez daha sormak istiyorum: ‘Yahu, nasıl oluyor da, şunca aklı başında -olması beklenen- insan, şunca şey ortada (en azından yargı sürecinin yüksüz, serinkanlı ve uygun bir mesafeden takipçisi olmak da mümkün) iken, şiddete dayalı, darbeci bir zihniyetin yanında -bunca heyecan ve ısrarla- saf tutabilmekte?’ Eh, kendilerine, ‘sol/aydın’ nitemini de uygun gördüklerine göre, bu, ‘seçkin’ tercih ve tasavvur sahibi (olduklarını yine kendilerinden öğrendiğimiz) kişiler, toplumsal/siyasi hayat kurgusu içinde karşılaştıkları nahoş, tatsız (‘irticai’!) eğilimlere karşı ‘demokratik-siyasi’ mücadele sorumluluk ve erginliğini üstlenmek yerine, açıkça şiddetten ve şiddet araçlarını tekelinde bulunduran kurumdan medet ummayı hangi eşitlik, adalet duygusu ve insan olma onuru ile -ve nasıl- bağdaştırabilmektedirler? Bütün bunları kişiliğine yediren ve dahi gönlünü ferah tutup geceleri aynı ferahlıkla başını yastığına koyabilen benlik/kendilik (‘self’) ne menem bir kendiliktir? Söz konusu şahsiyet, ikmalini nerelerden tedariklemektedir?
‘Nesnel/sınıfsal’ göstergeleri boşlayarak kurulan (‘gerçek yargısı’ hasarlı ve az önce andığım eğilimleri gösteren) sol kimlikleri, bir incelememde, Sosyal Siyasal Kişilik Bozuklukları (*) genel tanı başlığı altında ve ‘Nasyonal Sosyalist Kişilik Bozukluğu’ (NSKB) olarak isimlendirmiştim (vak’a örnekleri CHP ve İP’den olmak üzere). Yine, işi o raddeye vardırmasalar da, ‘devrimci’ duruşlarının ağız tadını kaçırma niyetlisi olduklarını düşündükleri ‘gerici’ taifesi ile onlara ‘şiddet’ kullanarak had bildirme azimlisi kuvvetlere eşit mesafede durma (‘sol şizoidi’) özeni sergileyen bir örneğimiz de var ki, onların da kulaklarını, ‘Seçkinci Sosyalist Kişilik Bozukluğu’ diyerek çınlatsak yeridir (ki, ‘Cumhuriyet Mitingleri’ ve AKP’nin kapatılma istemli davasına öylece uzaktan bakıp sonra da Ergenekon münasebetiyle ‘yesinler birbirlerini!’ seçkinciliğini seçeceklerdir).
Şimdi, NSKB örneklerinden kalkarak soralım sorumuzu yeniden: Ne menem bir kendiliktir, söz konusu örneklerin ardındaki? Elcevap: Kendi olma özgürlüğü ve hayat içre serpilme olanağı bulamayan hasarlı/kifayetsiz benliklerin tezahürüdür NSKB örnekleri. Kendisi kendi olamadığı için, başkalarının da kendi olma hak ve özgürlüklerini tanımayıp kendi olma arayışlarını hor gören, kendi olamama hâlet-i ruhiyyesini müsebbibi bir ‘düşman’ yaratarak -dışarıya yansıtmak suretiyle- teskin etme telaşına düşmüş bir tür şahsiyet zaafiyeti –ki, düşmanını düşman yapan önyargıları da her dem hazırındadır. Kuşkusuz, bir başına ve kendisine indirgenerek hayatı bütünüyle anlamlandırma yeterliliğinde değildir bu tespit. Bireyi kuşatan ve toplumun kumaşını dokuyan toplumsal-tarihsel-nesnel koşulların da bu gerilemeli (‘regressive’) benlik yapısının kuruluşunu kolaylaştırıcı olması gerekir –ki, özellikle de Osmanlı’nın çözülmesinden sonra gelen Cumhuriyet tarihimiz, NSKB türü kişiliklerin gelişimi için fevkalade elverişlidir.
Tarık Akan, Fazıl Say gibi örneklerini ele alma niyetimi saklı tutarak, andığım incelememden bir alıntı ile bitireyim: “Evet; bu ülkede, siyasi pratikleri, sınıfsal konumlanışları ve etnik-kültürel-inanışsal-cinsel kimlikleri, aile, okul, vb. her türlü kurumsal yaşantısal deneyimleri içinde bireylerin kendileri olması zordur. Her ne olunursa olunsun, bir biçimde, TSE damgalı önyargılara ve yetkenin nizamiyesine sırt dayamak en zahmetsiz ve en makbul yoldur. Hal böyle olunca, kendi olmanın sahici olanaklarından yoksun olanların, ‘Er-gene-kon’cuların kondurmacalarına râm olmaları, -Adorno’nun da (The Authoritarian Personality’de) tespit ettiği üzere- yetkenin önyargı sopalarına, dahası, sopanın sapına sarılmaları şaşırtıcı değildir. Zoru aşmanın yolu ise, her dem ve hayatın her alanında (kolaylaştırıcı yapısallıkları tasfiye etmek anlamında) alabildiğine açıklık, eleştirel kabul, alabildiğine özgürlük ve demokrasi inadıyla tüm tahakküm ve hiyerarşilere karşı mücadeledir -‘sosyalist sol’un hayatı değiştirme/dönüştürme etiği de -geçecekse- oradan geçecektir”.
__________________________________
* Amerikan psikiyatrisinin -‘takıntılı tanılama hastalığı el kitabı’- DSM’sine (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) güzelleme niyetine.
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | Leave a Comment
No Responses Yet to “İşkilli Kendilik Dingilder”