Bıçak sırtında bir Cumhuriyet/ Barış ve demokrasi ya da kargaşa ve şiddet
Bu yazı, ‘kuyerel.org’da (20 Temmuz 2015) yayımlanmış olan ‘Devlet Bahçeli yalnız değildir!’ başlıklı bir önceki yazının (‘Suruç’ sonrası, sınır ötesi saldırı öncesi) yeniden düzenlenmiş hâlidir.
Geçenlerde yazdığım bir yazıda, ‘Milliyetçi Hareket Partisi’nin, ‘Halkların Demokratik Partisi’ni, -hem de kendisi kadar milletvekili ile temsil gücü kazanmışken- ‘Türkiye’ BMM’de yok saymak isteyişindeki tuhaflığın, ‘tuhaf ama gerçek’, ya da, ‘hakikat-i millî’ kabilinden olduğunu anlatmaya çalışmış ve peşrev faslında sormuştum: ‘Halkların aynasında –kısmen de olsa- kendisine tutulan gerçeği -gözlerini örtmek suretiyle- çocukça yadsıma telaşını, Devlet Bahçeli’nin kişi(lik)sel sorunu olarak değerlendirmemiz; dolayısıyla, şahsa (geniş anlamında, ‘MHP kimliği’ne) mahsus addetmemiz mümkün müdür?’
Sorunun yanıtı, açıkça, ‘Hayır!’ olmalıydı. Zira, ‘tuhaf’ olan, kuruluş meşrebine duhulü ile ‘Cumhuriyet’in geçer akçesi kılınmışsa, ‘Cumhuriyet’in gerçeğidir de aynı zamanda –tuhaftır ama gerçektir. Dolayısıyla, söz konusu tuhaflık ya da garabet, şahsa mahsus addedilmek yerine tarihteki yerine yerleştirildiğinde görülecektir ki, Devlet Bey, mahut Cumhuriyet’in sadece bir karikatürü, ve o yolla, temel gerçekliği –bağ, bahçe, bostan- en ziyade gözümüze sokuşturanıdır. Hayatla aramıza girip icra ettiği türlü tuhaflıkla bizleri irkilten, Cumhuriyet hakikatine bigâne kalanları uyandıran (aymayanları aydıran!) Brechtiyen bir üstaddır da o (sanata katkı sunan Doğu Perinçek Bey’i de ihmal etmeyelim elbet) .
Nedir peki, Cumhuriyet’in hakikatinden muradımız? Çözüle çözüle yıkıma doğru gerileyen Osmanlı, nihayetinde, ‘Türklük/Müslümanlık’ esaslı bir devlete, o devleti ayakta tutacak İttihatçı zihniyete ve geleneğin vârislerince kurulan ‘Cumhuriyet’ devletine tahvil olmuş; bir başka deyişle, Cumhuriyet, Türklük/Müslümanlık temelinde, ‘öteki’ olana düşmanlık üzerinden kendini kurmuş ve tahkim edegelmiştir. Ezcümle, tam da o geleneğe yaslanmak, -bilvesile- elde avuçta kalan yegâne ‘düşman’ Kürtleri –‘Türklük’ üzerinden- yok saymak (esasta, ‘yok olmalarını arzu etmek’!) suretiyle, Cumhuriyet’in otantik hafızasını kendinde ‘atarlandıran’ millî bir şahsiyettir de Bahçeli Devlet Bey.
Mesele; gözümüzü, ‘Türklük(/Müslümanlık)’ esaslı Cumhuriyet bayrağını savuran cambazdan ayırıp, kulağımızı, ‘resmi/kurucu ideoloji’ uğultusunu yükselten kalabalığa dikerek ‘çokluk’un iradesini ‘yeni/demokratik’ bir cumhuriyete doğru akıtabilme mücadelesi verebilmekte. Nasıl olacak?
Mevcut güçler dengesini değerlendirebilmek (ve ötekine düşmanlık siyasetinin kurucu işleyişini anlamak) üzere yakın geçmişe baktığımızda, ‘Bahçeli yalnız değilsin!’in altını çizen bir örnek çarpmakta gözümüze. Hatırlayacaksınız, 100. yıl münasebeti ile ‘Ermeni Soykırımı’ tasarısını onaylayan Avrupa Parlamentosu, üyelerinin ezici çoğunluğu ile, ‘1915 olayları’nı, bir ‘soykırım’ olarak kabul etti ve T. C.’ye de, geçmişle ‘yüzleşerek’ olanı ‘tanıma’ çağrısında bulundu. Tasarının kabul edilmesine tepki gösteren –vaktin- ‘Başbakan Yardımcısı’ Yalçın Akdoğan –bize mahsus olanı karşıya yansıtmak millî maharet ve cevvalliğimizden ilhamla-, “Goygoyculuk yaparak ciddi konular ele alınamaz” ayarını verdi AP’ye.
Karanlıkta bir başına bir odada bırakılsa tir tir titreyecekmiş (ya da, şahsi korkularını savuşturmak için ürkütücü bir çehre takınmış) izlenimi veren Akdoğan’ı hey heyli Yalçınlığına yükselten koltuk belliydi. O koltukta oturanın ‘millî inkâr savunusu’ ana/diliyle, “Bu konuda parlamentolarda alınan kararlar bizim için yok hükmündedir,” (ya da, ‘bir kulağımızdan girer ötekinden çıkar’ –‘vız gelir tırıs gider’) yollu hey heylenmesi, ilgili âlemdeki mümessilimiz ‘Avrupa Birliği Daimi Temsilcisi’ tarafından ilgilisine (‘Sensin soykırımcı’ ya da ‘Soykırımcı babandır’ edası ile) nakledildi: ‘Kararını tanimayrum!’
Evet; soru o idi: Nasıl olacak, kimlerle? Tam da o noktada Kılıçdaroğlulu CHP’ye dönüp baktığımızda, “1915 yılında, gerek Ermenilerin gerek Müslümanların hafızasında büyük bir travmaya neden olan trajedi, büyük bir felaket yaşanmıştır”ı üretmekle meşgul olduğunu görmüştük (‘fail’le ‘mağdur’u aynılaştıran o tuhaf dille ve sanırsın ki, bir büyük doğal âfetten söz edilmekte!). Hatta, millî muavenet hassasiyeti ile kılıcını çekmiş olan Kılıçdaroğlu Kemal Bey, durmamış, ‘nankör’ Papa Francis’in ‘talihsiz’ açıklamalarına da hamle etmişti: “Papa Francis’in açıklamaları ve Avrupa Parlamentosu’nun ‘Ermeni Soykırımı’nı Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tanımasına ilişkin tavsiye kararı, iki toplumun barışmasına hizmet etmeyen siyasi tavırlar olması itibarıyla kabul edilemez”!
Ve, ‘Türklük temelli millî mutabakat’ (‘AKP+CHP+MHP’si ile), AP’nin kararına tepki bildirisinin altına imzasını çakmış; öteki olagelmiş ‘Halkların Demokratik Partisi’, metni imzalamayarak öteki kalakalmıştı!
Az beriye gidersek: Hrant’ın katline uzanan yolun hazırlayıcı ekibinden Rauf Denktaş (“Ermeni Soykırımı uluslararası bir yalandır” şiarı ile Avrupa ve Türkiye’de Ermeni düşmanlığını örgütlemek amacıyla kurulan Ergenekoncu ‘Talat Paşa Komitesi Yürütme Kurulu Başkanı’, T. C. Devleti’nin resmi tezlerinin yılmaz savunucusu, Kıbrıs’ın yerlisi olarak bir tek ‘Kıbrıs Eşeği’ni tanıyan zat) öldüğünde hemen ‘ulusal yas’ ilan edilmiş ve Hrant’ın katlini aydınlatmayı namus borcu bildiğini ifade etmiş olan (ama cenaze törenine katılmayan) tüm devlet erkânı, Denktaş’ın cenazesi ardında –sımsıkı- saf tutmuştu. Hrant’ı ölüme götüren 301’in arkasında –sıkı sıkıya- durmayı marifet bellemiş –elbet cenazesinde yer almayan- Deniz Baykal’lı (hani, ihtiyaç hâlinde, Saraylı’ya yetişiveren ‘devlet’in adamı Baykal!) CHP de Denktaş’ın cenazesine koşturmuş ve anılan ‘erkân’la ‘milliyetçi’ safa dahil oluvermişti.
E şimdi, Bahçeli Devlet Bey, Meclis’in esasta kimin bahçesi ve orada kimlerin boy gösterme hakkı olup olmadığı cihetinde cinleniyor ve celalleniyor ise; hissiyatının, şahsi değil, ‘millî’ olduğunda mutabık kalmamak mümkün mü?
Oradan, birkaç gün önce yaşadığımız fevkalade elim ‘Suruç Katliamı’na geleceğim. ‘Kobanê’ ile (o demektir ki, ‘Kürt direnişi’ ile –IŞİD karanlığına karşı) dayanışmak üzere yola çıkan üç yüz genç, söz konusu karanlığın bombası ile otuzun üzerinde kayıp verdi: Sözün tükendiği, yüreklerin cayır cayır yandığı, ulusun –topyekûn- geleceğinin tehdit altında olduğunu işaret eden vahim bir hadise! İnsandan ve insanlıktan yana güçler, kaybın yasını tutmak istedi: ‘Ulusal yas ilan edilsin!’ ‘Millî mutabakat’ oralı olmadı.
Farkındayım, toparlıyorum: Cumhuriyet bir yol ayrımında (hatta, bıçak sırtında); ya, İslamcı tercih ve yönelimleri ile ‘(Ergenekoncu) derin devlet’ ve ‘millî mutabakat’ tahtına yerleşen, -son şansı- Kürt (Siyasi Hareketi) düşmanlığı üzerinden ‘şiddete dayalı’ meşruiyet tedarik etmek üzere iç/dış savaş dahil her türlü belayı göze almış gözü dönük siyasete mahkûm olunacak (ki, bu mahkûmiyet sorgulaması, müstakbel/muhtemel merkez sağ siyaset adına AKP’nin kendisi için de geçerlidir); ya da, farklılıkların eşitliği temelinde –yeni bir ‘Toplumsal Sözleşme’ kuruculuğuna itibarla- barış ve demokrasi güçleri ortak bir ‘cephe’de yer alarak yarınlarımıza sahip çıkacak.
Halkların Demokratik Partisi ve onunla duyarlık birliği içinde hareket eden sol demokrat/özgürlükçü güçler Cumhuriyet’in kaderinin belirlendiği/belirleneceği bir süreçten geçildiğinin farkında. Kargaşanın ipine tutunmaya, muhatabını şiddete ayartmaya ve şiddet içinde takdim edip itibarsızlaştırmaya soyunan hâkim siyaset karşısında barış ve demokrasi mücadelesinin merkezini tutmak kaçınılmaz. Tabii, bıçak sırtından nereye yol alınacağını belirleyecek olası güçlerden biri de CHP –ne kadar, ‘millî mutabakat’ parantezinden dışarı çıkacak? Millî mutabakatın derinlere uzanan –siyasi/ideolojik- ipini kararlılık ve istikrarla ne zaman koyverecek? Kadim akrabalık ilişkilerinden arınabilecek, ‘halk’ın partisi olabilecek mi? (1)
Evet; ‘Devlet’lûnun hükmünde ‘Bahçeli’ler yalnız değil. Milliyetçi(/mukaddesatçı) damar, içinden akan büyük kalabalıkla geniş ve kavi. Söz konusu kalabalığı eksiltme umudu ise, ‘barış ve demokrasi’ siyasetinin ‘çokluk’la (2) buluşması ihtimalinde.
_______________________
- CHP’nin, son genel seçim öncesi Kürt Siyasi Hareketi ve HDP’ye dil uzatmayan tutumunu, yapısal dönüşüme tekabül etmese de farklılıklara yer açma özenini, Suruç sonrası –biraz duraksayarak da olsa- Meclis’in olağanüstü toplanması talebine verdiği desteği ve ‘ulusal yas’ çağrısını görmezden gelmiyorum. Bu yönelimlerin andığım doğrultuda kararlılık ve ilkesellik kazanması gereğini de ihmal etmiyorum. Öte yandan; ‘7 Haziran’ kazanımının (AKP’nin, Erdoğan’ın öngördüğü hamleleri gerçekleştirebileceği çoğunluktan uzak tutuluşunun) yitirilmemesi; hayatın, şiddet ve kargaşayı hâkim kılacak bir mecraya akıp –görece- demokratik sürecin tavsamaması için, HDP ve bileşenlerinin barışçıl özeni yanı sıra, PKK’nin de ‘ateşkes’ konumunda kalmaya mutlak özen göstermesi kaçınılmazdır.
- Buradaki ‘çokluk’, Antonio Negri’nin kullandığı anlamda ‘çokluk’tur: ‘Özdeşleştirici/ kimlikleştirici’ idealler etrafında toplanmış kalabalıklardan, tahakküm ve hiyerarşilerden kendini çözündüren tekilliklerin biraradalığı. Ortaklaştırırken özgür, üretken ve yaratıcı kılan; farklılıkların tüm farklılıklarıyla birlikte yaşama bedenselliği anlamında bir biraradalık.
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | Leave a Comment
No Responses Yet to “Bıçak sırtında bir Cumhuriyet/ Barış ve demokrasi ya da kargaşa ve şiddet”