Troya’da ölmek (1)

23Eyl15

Bu yazı, Varlık dergisinin Eylül 2015 sayısında yayımlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

Öldürülen ve kaybedilen çocuklarının

faillerini sorgulamak üzere,

27 Mayıs 1995’ten bu yana  her cumartesi

Galatasaray Meydanı’nda toplanan, çoğunun son dileği

bir avuç kemik ve bir mezar olan

‘Cumartesi İnsanları’na…

 

 

 

 

Mısır, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının izlerini taşıyan, ‘Girit/Minoen’ uygarlığı, İ. Ö. 2400 ile 1400 arasında hüküm sürer. Anaerkil kültür renklerini de taşıyan ‘Girit/Minoen’ uygarlığını yıkanlar, kuzeyden gelen ‘Akhalar’dır (bir başka deyişle, ‘Mykeneler/Helenler’). İşte, o Akhalar, Troya önlerine de gelecek ve destanımıza konu olan savaşı başlatacaklardır.

 

Evet; ‘Homeros’un İlyada’sı (Yunanca, İlias) dokuz yıl süren ve Anadolu’nun Helen egemenliğine girmesi ile sonuçlanan ‘Troya Savaşı’nın destanıdır. Her ne kadar savaş 1400’lerde yaşanmışsa da, Homeros tarafından dillendirilişi yaklaşık beş yüzyıl sonra (İ.Ö. 900’de) gerçekleşecektir.

 

24 bölüm ve 16.000’i aşkın dizeden oluşan destan, söz konusu uzun savaşın dokuzuncu yılındaki elli bir günü kapsar sadece. Bir büyük savaş anlatısı gibi görünse de, destan, aslında, Akhilleus üzerine kuruludur. Büyük bir yiğit ve kahraman bir savaşçı olarak kabul gören Akhilleus’un, öfke ile başlayıp öylece nihayetlenen hikâyesi üzerine. (2) Bakalım.

 

 

Akhilleus’un parlayışı

 

Destanın 1. Bölüm’ünün ilk dizesi ile Homeros Musalara (3) seslenir ve konusunu belirler: “Söyle, tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus’un öfkesini söyle./ Acı üstüne acıyı Akhalara o kahreden öfke getirdi…” Nereden kaynaklanmaktadır o büyük öfke? Şöyle: Apollon’un (Leto ile Zeus’un oğlu) icazeti ile Khryses, Akhaların elindeki kızını kurtarmak üzere bir yığın kurtarmalıkla Akhaların ‘tezgiden gemiler’inin önüne gelir. Mevzu Troya’dır Akhalar için o sıra ve  baba Khryses de o damardan girer mevzuya: “Priamos’un [Hektor’un babası Troya kralı Priamos] ilini yerle bir  edesiniz,/ sonra sağ salim dönesiniz evinize./ Alın bu kurtulmalıkları, kızımı verin bana,/ korkun Zeus’un oğlu Apollon’dan, sayın onu”.

 

Teklif, kadını alı koymuş olan Akhaların başkomutanı Atreusoğlu Agamemnon’un gönlüne yatmaz ve, “Şurdan şuraya bırakmam kızını,/ orda, Argos’ta, yurdundan uzak,/ tezgâhına gide gele, yatağıma gire çıka,/ benim yuvamda kocayacak” diye celallenerek fazladan armağan talep eder, Khryses’ten.

 

Pazarlığa şahit olan ‘ayağıtez’ Akhilleus’unsa asabı bozulmaktadır yavaştan: “Ünlü Atreusoğlu, ey doymak bilmez adam!/ Ulu canlı Akhalar armağanı nerden bulsun versin sana,/ elimizde yedeğe alınmış mal mı var ki./ İllerden ne yağma ettiysek hep bölüşüldü/ doğru olur mu toplamak bu malları yeniden?/ Haydi durma, sun tanrıya sen şu kızı,/ biz Akhalar veririz sana üç dört katını” –ki, yeni ganimet ve talan menzilinde Troya durmaktadır: “İş ki güzel surlarla çevrili Troya ilini/ talan etmeyi buyursun Zeus bize”. Kaldı ki, önceki paylaşımlardan da canı sıkkındır Akhilleus’un bir miktar: “Senin payın kadar bir pay almadım ben./ Oysa kıyasıya savaşta benim kollarım görür en büyük işi,/ ama bölüşmede payın en okkalısı sana gider…” (4)

 

Agamemnon da dellenir ve tırmandırır öfkeyi: “Canın öyle istiyorsa, yalvarmam, buyur git,/ çok adam var benim yanımda, beni sayan,/ akıllı Zeus işte en başta./ (…) ve dayatır pazarlığı yeniden. “Ne sen umurumdasın, ne de öfken umurumda./ Ama şunu da kafana ko iyicene:/ Phoibos Apollon istiyorsa Khryseis’i ille de,/ şu gemimle, yoldaşlarımla göndereceğim onu” (aslında başka çaresi de yoktur; kızı teslim etmediği için Apollon fena halde bozulmuş ve salmıştır vebayı Akha ordusuna) der ve vurur destanın bam teline: “Ama barakandan alacağım  kendim gelip/ senin onur payını güzel yanaklı  Briseis’i”(!).

 

Az önceki pazarlıkta sükûneti ihlal olan asabı tümden berhava olur Akhilleus’un.

 

‘Ak kollu’ tanrıça Here durumun sarpa sardığının farkındadır ve ‘gök gözlü’ tanrıça Athene’yi gönderir olay mahalline: “Ben seni yatıştırmak için indim gökten,” (Akhilleus’u yatıştırmaktır niyeti). “Beni dinlersen kavgayı bırak, kılıçtan çek elini,/ (…) Dinle bak, bu dediğim gerçekten olacak:/ Bir gün gelecek, onun bu cakasına karşılık/ üç kat değerli armağanlar verilecek sana./ Tut kendini, güven bize”. Geri çekilir Akhilleus: “Öfkeden içim içime sığmıyor, ama/ neyleyim ki sözünüzden çıkamam./ Benim için böylesi daha iyi, tanrıçam;/ tanrılar dinlerler tanrıları dinleyeni”. Ve, verir güzel yanaklı Breseis’i: “Selam haberciler, Zeus’un, insanların sözcüleri./ Beri gelin, sizin bir şeyiniz yok, suçlu Agamemnon asıl,/ Briseis kızı alasınız  diye o gönderdi sizi./ Haydi tanrısal Patroklos [kadim dostu, sağ koludur Akhilleus’un], getir ve götürsünler” (…) Böyle dedi o, dinledi sevgili arkadaşını Patroklos,/ çıkardı güzel yanaklı Briseis’i barakadan,/ götürsünler diye verdi onlara”.

 

Evet; tanrıların takdirine ve vaatlerine boyun büken Akhilleus’un öfkesi katlanmıştır; kaptırmıştır gül yanaklı Breseis’i Agamemnon’a. Ne savaşa  katılır artık, ne de toplantılara. Oğlunun hâline dertlenen Thetis, fırlar denizin üstüne, şafakla birlikte yükseklere, Olympos’un doruklarına. İsabet, ‘iri gözlü’ Kronosoğlu Zeus da, öteki tanrılardan uzak yalnız başına oturmaktadır. Yanaşır: “Zeus baba! Bir gün ya sözümle, ya işimle,/ ölümsüzler arasında yararlı olduysam sana,/ şimdi yerine getir şu dileğimi:/ Kısa ömürlü oğluma değer ver:/ Saygısızlık etti Agamemnon, erlerin başbuğu,/ aldı onur payını, yoksun bıraktı onu./ Olympos’lu yüce Zeus, bari onu sen say,/ gücü Troyalılar tarafına koy, ne olur/ Akhalar saysınlar oğlumu, ününü yüce kılsınlar”.

 

Troya tarafına konacak güçle Akhaların oğluna muhtaç duruma düşürülmesini dilemektedir, Thetis, araya sokmaya çalıştığı Zeus’tan. ‘Bulutları devşiren’ yüce Zeus’sa, karısının olası dırdırından korkmaktadır (karısının gönlü Akhalılardan yanadır zira): “Amma da belaya çattık,/ bu iş aramı bozacak Here’yle benim,/ konuşacak kötü kötü, çıkaracak çileden beni,/ ölümsüzler arasında benimle hiç yoktan hır çıkarır,/ söyler durur savaşta Troyalılardan yana olduğumu./ Hadi geri dön, sakın görmesin seni Here,/ ne yapmak gerekse bulurum bir yolunu”.

 

 

Savaştan sahneler

 

E, peki, neden çıkmıştır bu koca savaş? İşin içinde kadın vardır yine. Ama ondan da öte, kadının da bir parçası olduğu büyük ganimete konmak; dahası, Anadolu’ya açılmaktır mesele. Biz yine de 3. Bölüm’e bir bakalım.

 

Her nasıl olmuşsa, ‘tanrı yüzlü Aleksandros (namı diğer, Paris), Akhalardan Menelaos’un (Agamemnon’un kardeşidir) ‘körpe’ karısı Helene’i kaçırmıştır. (5) İşte, güya, Akhalılar da ‘kadın’ için üşüşmüşlerdir Troya önlerine. Bu fasılda Aleksandros çıkar Troyalıların önüne –savaşın akıbetini belirlemek üzere. Menelaos da pek sevinir onun öyle öne çıkışına -boynuzlu bir geyik ya da  yabankeçisi ile karşılaşmış aç aslan iştahı gelir birden. Havayı hisseden ‘tanrı yüzlü’ Aleksandros’un yüreği ağzına gelir. Dalar Troyalıların arasına gerisin geri. Troyalıların kahramanı Hektor’sa çok bozulur bu işe elbet: “Ares’in sevdiği Menelaos’a karşı koyamıyorsun ha,/ onunla bir boy ölçüş de gör bak,/ körpe karısını kaçırdığın adam ne adam”.

 

Çaresiz, Aleksandros döner yeniden cenk alanına ve teklifini yapar: “Troyalıları, tekmil Akhalıları oturt yere [Hektor’a seslenmektedir],/ koyun ortalarına Ares’in [savaş tanrısıdır o] sevdiği Menelaos’la beni,/ çarpışalım Helene için, bütün malı  için;/alsın bütün malı, götürsün karısını evine,/ kim üstün gelir, kazanırsa zaferi”.

 

Teke tek cenkte Menelaos gerçekten de avını parçalamak üzeredir ama araya Zeus’un kızı Afrodite girer; kapıp kaçırır Aleksandros’u: “geldi Afrodite kaptı kaçırdı onu,/ bir tanrıça için bu ne kolay bir işti,/ koyu bir dumanla onu çabucak sarıverdi,/ götürdü bıraktı yatak odasına,/ kubbeli, güzel kokulu”. Şikesi âşikâr kapışmadan Helene de haz etmemiştir. Kendisini hiçbir şey olmamış gibi yatakta beklemekte olan Aleksandros’tan doğru diklenir de hatta Afrodite’e: “Tanrısal Aleksandros’u yendiği şu sıra,/ Menelaos alıp eve götürecekken beni tam,/ çıktın gene karşıma bir sürü düzenle./ Paris’in yanına kendin git yerleş hadi”. Tepesi atar Afrodite’in: “‘Saygı bilmez kadın, basma damarıma,/ bir kızarsam çekerim senden elimi,/ seni sevdiğim kadar çok olur öfkem” -hatta, ölümle tehdit  eder. Ödü kopar Helene’in. Ama yatak odalarına döndüğünde çatmaktan geri durmaz Paris’e: “‘Savaştan geri döndün demek,/ orda kalaydın da öleydin keşke,/ eski kocam, o güçlü adam, ezivereydi seni./ Gücünle, kargınla övünür dururdun boyuna./ Ares’in sevdiği Menelaos’tan üstündün hani?’”

 

Savaştan beş yüzyıl sonra ve Helenlerin hâkim olduğu bir dünyaya seslenmektedir Homeros ve dolayısıyla, belki de, Akhalıları (Anadolu’yu ele geçirmiş olan Yunan boylarını) yüreği daha pek savaşçılar olarak yansıtmak işine gelmektedir. Ancak, destan boyunca, Troyalıların anaerkil Anadolu mülayimliği de dikkati çekmiyor değildir. Misal, badireyi atlatıp karısından da  zılgıtı yediği halde Paris’in yatak odasındaki hal ve gidişi şu minvaldedir: “‘Ağır sözlerle azarlama beni böyle,/ bugün Menelaos, Athene eliyle beni yendiyse,/ bakarsın ben de onu yenerim bir gün,/ bizden yana da tanrılar var./ Seninle sevişelim gel şu döşekte,/ sevgi hiç dolmamıştı içime bu kadar”. Öyle der ve yürür döşeğe doğru. Karısı da gider peşinden (Ah Afrodite!). (6)

 

Dokuz yıl savaşılmış, teke tek cenklerden de sonuç alınamamıştır. Destanın 4 ve 7. Bölüm’leri arasında çarpışmalar kıyasıya sürer. 7. Bölüm’de, taraflar, ‘ölülerini toplamak için’ savaşa ara verirler. Her ne kadar, büyük emeller (ganimet, yayılmacılık, vs.) ve öfkelerle tutuşulmuşsa da savaşa, ‘ölüye (ölüme, ölümlülüğe) saygı’nın bundan yaklaşık 3500 yıl önce yaşanmış örneğidir, söz konusu hal.

 

O safhanın öncesinde, ‘Zeus’un’un oğlu Kral Apollon’, ‘gök gözlü’ tanrıça Athene ile karşılaştığında, savaşa daha kestirmeden bir yol vermek üzere şöyle bir konuşma da geçmiştir aralarında: “‘Hadi bakalım, şimdi sen söyle,/ insanların savaşını durdurmak için düşündüğün ne?’” (Athene). Apollon karşılık verir: “‘Atları iyi süren Hektor’a taşkın bir güç verelim,/ korkunç boğazlaşmada çağırsın bir Argosluyu,/ savaşmaya çağırsın kendisiyle tek başına,  (…)”

 

Tanrısal buyruk gereği yaşanacak boğazlaşma öncesinde dahi, Hektor, iki orduya seslenirken ihmal etmez ‘ölüye saygı’yı: “‘Troyalılar, güzel dizlikli  Akhalar, dinleyin beni,/ bakın ne der bana göğsümde yüreğim (…) Akhaların en yüreklileri aranızda işte,/ biriyle savaşmaya çağırır gönlüm beni,/ gelsin buraya, hepinizin adına o,/ dikilsin tanrısal Hektor’un karşısına./ (…) Sivri temrenli kargısıyla alt ederse o beni,/soysun silahlarımı, götürsün koca karınlı gemilere,/ama geri versin yurduma bedenimi (…) Ben onu alt edersem, ama/ Apollon verirse bana bu ünü,/ silahlarını soyup tanrısal İlyon’a götüreceğim,/ onları okçu Apollon’un tapınağına asacağım,/ geri vereceğim sağlam tekneli gemilere ölüsünü.”

 

Akha kahramanlarından Aias çıkar karşısına Hektor’un. Neredeyse keyfini çıkara çıkara dövüşürler geceye dek. Karanlık bastırdığında o günlük cenge ara vermeyi teklif eder, Hektor: “Gel, değerli armağanlar verelim birbirimize,/ şöyle desin Akhalarla Troyalılar:/ Yürek yakan kinle dövüştüler, ama/ gene dostça anlaşıp ayrıldılar.” Öyle olur ve dostça ayrılırlar.

 

Şimdi ise sahnede Troyalıların İlyon Kalesi’ndeki toplantısı vardır. Priamos’un kapıları önünde halk kaynaşıp durmaktadır. Söz alır Aleksandros ve der ki; “Ne mal getirdiysem Argos’tan,/ geri vermeye razıyım hepsini,/ evimden de mal katarım üstüne,/ ama geri vermem kadını”. İdaios, gün ağarır ağarmaz koca karınlı gemilere gider, durumu arz eder Akhalılara ve ekler: “Buyurdular bir de şunu söylememi:/ Uğursuz savaşa ara verirler mi?/ biz ölülerimizi yakıncaya dek?/ Dediler, sonra dövüşürüz gene ilerde,/ o zaman, dediler, tanrı yargılar bizi,/ zaferi bağışlar birimize.” ‘Gür naralı’ Diomedes; “Kimse alayım demesin sakın/ ne Aleksandros’un mallarını, ne Helene’yi./ Ufacık çocuklar bile şunu bilir ki,/ Troyalılar ölümün tam eşiğine geldi,” diye yanıtlar ulağı. Agamemnon da katılır ona ama o aşamada o da ölülere saygıyı esirgemez düşmanından: “Bir şey demem ölülerin yakılmasına,/ bırakın cansız bedenleri, ateşte rahat etsinler./ Zeus, Here’nin gürleyen kocası,/ tanık olsun antlarımıza.”

 

Ve, antlara riayet edilir: “Hepsi geldi gene karşı karşıya,/ her yiğidi bir bir tanımak çok zordu./ Yıkadılar suda kanlı bedenleri,/ sıcak  gözyaşları döke döke yıkadılar,/ sonra yüklediler arabalara (…) Sessiz soluksuz yığdılar ölüleri odunların üstüne,/ acıyla doluydu yürekleri./ Ateşte yakıp döndüler kutsal İlyon’a./ Öte yandan, güzel dizlikli Akhalar,/ yığdılar odunların üstüne ölüleri,/ yaktılar ateşte, döndüler koca karınlı gemilerine”.

 

 

Akhilleus’un savaşa girişi/ Hektor’un ölümü

 

Hektor’un ölümüne ve destanımızın sonuna doğru yol alalım artık. 7 ile 16. Bölüm arası devam eden çarpışmalar, 16. Bölüm’de, Patroklos’un, Akhaların belirgin gerilemeleri karşısında kadim dostu Akhilleus’tan silahlarını ve savaş iznini alıp savaşa katılmasına, sonunda da ölümüne varır: “Hektor ulu canlı Patroklos’u gördü/ sivri kargıyla yaralanıp geri çekilirken,/ sıraları aşıp yaklaştı  ona, sapladı kargısını,/ sapladı karnının altına, soktu tuncu dibine kadar,/ Patroklos gürültüyle yere yıkıldı…”

 

Patroklos’un ölümü Akhalıları bozguna uğratır. Kara haberi alan Akhilleus, 19. Bölüm’de Agamemnon’la barışır ve savaşa katılmak üzere hazırlanır. Akhilleus kudurmuş gibi saldırmaya başlar, önüne gelen Troyalıyı insafsızca öldürüp Skamandros ve Simoeis nehirlerine atar. Kan kızıla boyalı nehir kabarır, ırmak tanrısı Skamandros öfke ile yatağından fırlayıp Akhilleus’u kovalar hatta.

 

Akhilleus’un püskürttüğü Troyalılar surların içine sığınır. Hektor surların dışında kalır. Priamos ve karısı Hakabe yalvarırlar içeri girsin, korunsun diye ama Hektor ne annesini dinler, ne de babasını: “Çok daha iyi olur karşı durmak Akhilleus’a,/ ya öldürüp onu dönerim geri,/ ya da onun elinden şanla ölürüm kentimin önünde”. Bir yandan da, Helene’i ve tekmil Aleksandros’un Troya’ya getirdiği malları da geri verip barış teklif etmek geçer aklından. Korkmaktadır: “Onu görünce bir titreme aldı Hektor’u,/ korktu yüreği, kalamadı olduğu yerde,/ kapıları arkada bırakıp başladı kaçmaya”.

 

Önde Hektor, ardında Akhilleus, döner dururlar Priamos’un kentinin etrafında. Tanrılar da izlemekte ve kara kara düşünmektedirler, n’apıla? “‘Hadi düşünün bakalım,” der, tanrıların babası, “tanrılar, danışın,/ kurtaracak mıyız Hektor’u ölümden,/ yoksa bırkacak mıyız bu yiğitliğiyle,/ alt etsin onu Akhilleus, Peleusoğlu?’” Nihayetinde, baba tanrı, teraziyi kurar ve Hektor’un kara günü ağır basar, kefe Hades’e dek yuvarlanır.

 

Akhilleus’un kargısını tam köprücük kemiğinin omzu boyundan ayırdığı yerden yiyen Hektor, yere devrildiğinde yalvarır: “Yalvarırım, canın, dizlerin, anan baban adına,/ Akha gemilerinin yanında köpeklere bırakma beni./ Yığınla tunç al, altın al,/ babamla ulu anam armağanlar versin sana,/ ama sen de onlara geri ver gövdemi,/ ateş payını alayım kadın, erkek Troyalılardan”.

 

Patroklos’un hıncı ile dinleyecek gibi değildir Akhilleus, Hektor’u: “Dardanasoğlu altın koysa teraziye senin ağırlığınca,/ döşeğine yatıp ağlayamayacak sana, seni doğuran,/ köpekler, kuşlar yiyecek bütün bedenini”. Öyle der Akhilleus ve iki ayağını topukla bilek arasından delip kayışı deliklerden geçirerek arabasına bağlar Hektor’un ölü bedenini: “sonra atladı arabaya ünlü silahlarıyla./ Kamçıladı atları, atlar öne atılıp coştu./ Yerde sürüklenen gövdenin çevresinde/ bir toz bulutu yükseldi birdenbire”.

 

Patroklos’u gönlünce uğurlayan Akhilleus (“Patroklos’un dokuz köpeği vardı,/ onlar artıklarla beslenirdi sofrasında,/ kesti Akhilleus ikisinin boğazını, attı yığına,/ yanlarına on iki Troyalı çocuğu da kattı,/ on ikisini de tunçla öldürdükten sonra [!!]./ Yüreğinin tek isteği, canlara kıymaktı./ Sonra da, bütün bunları silsin süpürsün diye/ yaktı ateşin yıkıcı gücünü.”), fırsat buldukça bağlayıp Hektor’un cesedini arabasının arkasına sürüklemektedir toza toprağa bulaya bulaya: “Akhilleus böyle saygısızlık ederken tanrısal Hektor’a,/ mutlu tanrıların burkul[ur] yürekleri”.

 

Baba Priamos oğlunun ölüsünü bağışlaması için Akhilleus’un ayaklarına kapanmayı göze alacaktır: “‘İda’dan hükmeden güçlü tanrı, Zeus baba,/ ne olur, Akhilleus acısın, dostça karşılasın beni,/ gönder kuşunu, hızlı habercini,/ en güçlü en sevdiğin kuşunu./ Uçsun sağdan, göreyim onu gözlerimle,/ sonra güvenle gideyim gemilerine çevik atlı Danaoların”. Evet; gider ve yalvarır Akhilleus’a: “Hadi dokuz gün sarayda ağlayalım ona,/ onuncu gün gömelim, halk da yapsın şöleni./ on birinci gün bir tümsek yığarız mezarına,/ on ikinci gün gene savaşırız gerekirse”. ‘Çevik ayaklı’ Akhilleus (bile!) imana gelir: “‘Öyle olsun, ihtiyar Priamos, olsun buyurduğun gibi,/ durduracağım savaşı dilediğin güne dek’”.

 

Nihayetinde, ölüye, ölüme ve ölümlülüğe saygı dize getirir herkesi: “gözyaşı içinde götürdüler Hektor’un ölüsünü,/ koydular yığınların tepesine, verdiler ateşe./ Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca,/ ünlü Hektor’un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk./ Hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu,/ parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını,/ söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi,/ sonra topladı kardeşleri, dostları ak kemikleri,/ hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu./ Kemikleri alıp kodular bir altın kutuya,/ erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu./ Sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura,/ ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü”.

 

 

-efendim?

 

 

 

 

_____________________________

 

  1. Bu yazı için kullanılan kaynak, İlyada, çev. Azra Erhat, A. Kadir, Can Y., 8. Basım, 1996’dır.

 

  1. Çeviriyi yapan Azra Erhat, İlyada’daki oHomeros’a ait bölümün Akhilleus’un öfkesinin işlendiği kesimlerden oluştuğu ihtimali üzerinde durur. Belki de, der, ilkin onu yazmış (1500 dize kadar) sonra da genişletmiştir (16.000 dizeye kadar). Yahut, Akhilleus’un öfkesini işlemiş, gerisini bir başka ozan halletmiştir.

 

  1. ‘Mousa’, Antik Yunan’da, esin perisi tanrısal varlık karşılığıdır.

 

  1. Akha ordusu Yunanistan’daki bölge krallıklarının güçlerini birleştirmesi ile oluşuyor. Krallar, kendi adamları ve gemileri ile katılıyorlar orduya. Destanımızdaki Agamemnon’un, bütün Yunanistan ve adaların en güçlü kralı olması gerektiğini söylüyor, Azra Erhat. Kralların kralıdır yani o. Krallar kurultayda söz sahibi olmakla birlikte, sön söz Agamemnon’undur. Biraz da, Akhilleus’un ‘kime’ öfkelendiğini, öfkesini ‘nereden’ dillendirdiğini, o anlamda, öfkesinin derinliğini hayal etmemize yardım etmesi için düşüyorum bu dipnotu.

 

  1. Körpelik hangi raddededir bilinmez ama destanın son bölümünün son dizelerinde şöyle geçer: “tanrı yüzlü Aleksandros’tur kocam benim,/ aldı beni Troya’ya o getirdi,/ gelmeseydim, orada öleydim keşke./ Tam yirmi yıl oldu ordan geleli,/ yirmi yıl oldu ayrılalı baba toprağından …” (‘körpe’+20 yıldır nihai durum).

 

  1. Azra Erhat’ın şu vurgusu çok anlamlıdır: “Akha yiğitlerinin tüyler ürpertici vahşilikleri anlatılırken, Troya’nın aile hayatı ne tatlı, ne ahenkli geliyor bize! İhtiyar Priamos oğulları, gelinleri, kızları, damatları ile birbirini candan seven, sayan, destekleyen bir topluluk meydana getirir. Kıyılarda Akhalar ağız dolusu küfürlerle kavga ettikleri halde, en ufak bir kötü söz duyulmaz Troyalılarla yardımcıları arasında” (agy., s. 54). Anadolu uygarlığı ile öte yakanın (‘medeniyetler’) karşılaşması öyledir o sıra.

 

 

 

 



No Responses Yet to “Troya’da ölmek (1)”

  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s


%d blogcu bunu beğendi: