E, parlamento açık ya!…
Bu yazı yaklaşık bir hafta önce (24 Aralık 2013’te) yazılmıştır.
Sayın Gürbüz Özaltınlı, ‘serbestiyet.com’daki (20 Aralık 2013 tarihli, ‘Gençliğe Hitabe’) yazısında, sözünün, “Batı’dan esen rüzgârları iyi koklayan kaşarlanmış ‘liberaller’e” ya da, “Wolfowitz’in evinde ağırlanmış ‘vizyon sahibi’ kibir küplerini ikna etme”ye yönelik olmadığını (“ne haddimize” vurgusu –ve ‘istihza’- ile “es geçerek”) belirttikten sonra, asli kaygısını şöylece dile getirmekteydi: “Sırt çantalı yeni kuşağa mütevazı bir uyarı benimki: Parlamentonun değerini bilin”(!).
Söz konusu ‘mütevazı’ ve can alıcı uyarının, ‘Gezi Direnişi’nin ‘sırtı çantalı’larına yapıldığı açık. Ata’nın ima edilen ‘hitabı’ndaki -ve her daim olduğu üzere- milleti/ahaliyi talim ve terbiyeye tâbi ‘erginleşmemiş’ bir kalabalık addeden hassasiyeti ile de uyarlı; küçük bir tarih dersi ve yaşanmışlığın üzerinden söz alıp muhatabını ‘çocuk’ yerine koyan da bir hitabet bu.
Şöyle sesleniyordu, Özaltınlı: “Ben yirmili yaşlarımda ‘devrim’ peşinde koşarken bu ülkede ‘milliyetçi cephe’ hükümetteydi. Başbakan Demirel, koalisyonerleri Erbakan ve Türkeş. Muhalefette Ecevit’in CHP’si… Her Allah’ın günü onlarca genç sokaklarda ölüyordu… Parlamento, seçimler umurumuzda değildi. Ya biz devrim yapacaktık ya faşizm kazanacaktı! O ‘uyduruk’ parlamento teferruattı. Ne büyük bir yanlışmış. O berbat parlamento ne büyük bir nimetmiş…”
Parlamenter demokrasi ve seçimler yolu ile mücadele kaygısını (da) siyasi eylemliliğine katanını katmayanını, devrimi ‘mutlaklaştırılmış bir ideal’ olarak görenini görmeyenini, parlamento içi bazı unsurlarca da sahip çıkılan ‘faşist saldırı’ karşısında ‘özsavunma’ konumunda olanını olmayanını, şiddeti meşru addedenlerle ‘barışçıllığı’ mihengi bileni… birbirine karıştırıp aynı kefeye boca eden bu ‘indirgemeci’ yaklaşımı bir yana koyuyorum. Ve, soruyorum: Çoğunluğunu, 12 Eylül mirası Siyasi Partiler ve Seçim Yasası üzerinden tedarik etmiş, söz konusu zihniyetin ‘Anayasal’ kolaylaştırıcılığına sığınarak ‘iktidar’ olmaktan ‘mütehakkim’ olmaya tırmanmış; bizatihi, ‘parlamento’yu, ‘denetleyici’ ve adil/demokratik ‘yasama’ erkinden uzaklaştırıp (itibarsızlaştırarak), işi, ‘halkı ve kamusal olanı’ soyma ve talana vardırmış bir AKP pervasızlığı karşısında; demokrasi ve özgürlüklerden, denetlenebilir/hesap sorulabilir ve şeffaf bir devletten yana ‘yapısal/ilkesel’ tavır almak yerine, ‘anakronik ve arkaik’ göndermelerle mesnetsiz bir ‘darbe tehditçiliği’ tutturmanın hikmeti ne ola? Ya da, meclis iradesini ‘otokratik/despotik’ siyasete tahvil edenlerle ‘siyaseti savunma’ya soyunmak ne anlama gelmekte?
Bir dostumuz (Şükrü Argın) attığı ‘tweet’te şunu yazmıştı: “İki muktedir dans ediyorsa, madun tüm dikkatini bu ayak oyunlarına bağlamak yerine, onların üzerinde tepindiği zemini çekip almaya hasretmeli”. Bense, aynı âlemde, “Neo-liberal küresel siyasette her yol/suzluk mübah ve mümkündür –yeter ki, ‘kamusal irade’ sandık odasında tutula!” diye yazmıştım.
Doğrusu, ‘komünistlikten, soldan/solculuktan nedamet getiren’ yaşlı ağbilerin, şahsi dönem sıkıntılarını gençliğe hitabetle dağıtma eğilimleri ve ısrarlı mesailerinden –bir eskice kuşak insanı olarak- bana da epey gına geldi. Tabii ki, solu, solun tarihsel/olgusal gerçekliğini eleştirel olarak ele alalım, dersler çıkaralım. Lakin, sizin çıkardığınız dersin karşılığı, ‘eşitlikçi, demokrat ve özgürlükçü’ eleştirel duyarlıkla solu günümüz siyasetine katmak değil de, dönüp dönüp sola çakma fırsatı kollamaksa; askeri, Cemaat’i, AKP’si… tüm iktidar ve ikbal kaygıları ile üzerinde tepinilen ‘kadim’ devlet zihniyet zeminini tepişenlerin ayağının altından çekip almak değil de, seçilmiş muktedire ‘aidiyet’ duygusu ile berikilere ders vermekse; şehvetle eleştirdiğiniz solun tahtında mahut zihniyeti yeniden üretiyor olmayasınız siz? Halka ve halkın denetimine kendini kapatan bürokratik yapıların (burada, AKP tarafından yeniden üretilen geleneksel devlet ve lider zihniyetinin –geçmişte, ‘parti bürokrasisi’ ya da ‘önder tapıncı’nın olduğu üzere) arkasında durmak; kitlenin (‘Multitudo’nun) ‘eleştirel-kurucu-katılımcı gücü’nü (‘potestas’ karşısında ‘potentia’yı) küçümsemek… olmasın yaptığınız?
Dahası; hadi biz, tüm içtenliğimizle, ‘parlamento’ çatısı altında olan biteni eleştiriyoruz –zira, gerçekçi bir kıymetlendirmenin, kıymet yükleneni eleştirmekle mümkün olduğu kanaatindeyiz. Peki; tüm gemilerini yakıp AKP limanına sığınanların şunca kıymet yükledikleri şeyi bir türlü eleştirememelerinin izahı ne ola? Mazideki o ‘sol’ hastalığın yeni bir hecmesi olmaya: Eleştirel mesafe koymadan tutkuyla bağlanma ve bağlandığı şeyi kutsama?!
Bizim işimizse dostlarım; ‘samimiyet ve hakikat’e itibarla –alabildiğine- demokrasi ve özgürlüklerden, açıklık ve dürüstlükten yana olmak; bizi ‘aidiyet’lere mahkûm edecek tutkusallıklardan arınıp ‘ilkesellik’le (ve, ‘yapısal dönüşüm’ talepleriyle) siyasi tavır almak; kâh soygunları, kâh cinayetleri (Gezi, Roboski, Hrant, vs.) örtbas etme pişkinliğiyle ‘millileştirilmiş devlet’e ve ‘mili irade’ye sığınanları teşhir etmek; çürüyüp kokuşanı tasfiye iştahı ile -sandık odasına kapatılmışlarla birlikte- kamusal siyasi iradeye ‘serbestiyet’ kazandırmak olmalıdır –derim.
Yahut; -hiç olmadı- ‘masumiyet karinesi’ne muhtaç duruma düşenlere, ihtiyaçlarının ‘mahçubiyet karinesi’ olduğunu hatırlatmak…
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | Leave a Comment
No Responses Yet to “E, parlamento açık ya!…”