‘Spinoza Problemi’ne Dair
Uzaktan da olsa, yazın dünyasındaki varlığından onur duyduğum meslektaşım (psikiyatr/terapist) Irvin D. Yalom’un ‘romanı’, tam da, ‘Psikanalitik Duyarlıklı Bakışla Spinoza ve Felsefesi’ başlıklı kitap dosyamı yayınevine (Bağlam Y.) teslim ettiğim tarihte vitrinlerdeki yerini aldı. Türkiye’nin, ‘Nazi Subayının Paradoksu’ alt başlığı ile sunulan metnin aynı anda yayımlandığı beş ayrıcalıklı ülkeden biri olduğu da arka kapaktan müjdeleniyordu. Onca itiş kakış içinde mutlu bir karşılaşma idi, velhasıl. Ayrıntılı ‘yazınsal’/ ‘felsefi’ eleştiriyi daha uygun bir zemine saklayarak bu mutlu karşılaşmanın mekânında biraz dolaşalım isterim.
Kitabın ‘künye’ kısmına göz attığımızda, -‘Kütüphane Bilgi Kartı’nda- Spinoza Problemi’nin, ‘Tarihsel Roman-Felsefe-Alfred Rosenberg’ katında takdim edildiğini görmekteyiz. Doğrusu, Rosenberg, ismi kulağıma çalınmış bir zat değil. ‘Ne menem bir paradoks imiş bakalım şu Nazi subayınınki,’ diye, içimdeki mırıltıya yol veren, ‘talim-terbiye müfettişi’ edası ile kapaktan (mazlum-mülayim Spinoza’mızın omuz başından) bakan bir ‘sfenks’ –imiş, meğerse- o.
Kucağımda ‘muhteris’ ve ‘mülayim’ bakışlar, Kos’un cennetsi kıyılarından ufka doğru göz süzerken, aklım, ‘delilik’le ‘yaratma’nın sularının birbirine akacağı derslerim üzerinden, Dorrit Cohn’un Şeffaf Zihinler’ine kaymakta: ‘Kurmaca Eserlerde Bilincin Sunumu’.
Oradan bakınca da, elbet, Yunan tanrısı Momus’un, balçıktan yaptığı insan kalbine –tüm duygu ve düşüncelerini gün ışığına açık tutacak- bir pencereciği çok gören Vulkan’a çemkirişi isabetli durmakta. Zira, Tristram Shandy’nin, amcası Toby’nin yürek denilen o arı kovanında neler olup bittiğini göğsüne bir merdiven dayayıp –doğrudan- görüp bilemeyişi, bilip de ânında hokkasına daldırdığı kalemi ile olan biteni kâğıda nakledemeyişindeki sıkıntıdır, bir bakıma, çemkirmenin nedeni. Lakin, ihmal ve çemkirme, ‘roman’ dediğimiz sanatı da davet edecektir. İşte, Cohn, merdiven dayayıp kafamızı uzatarak duhul edemediğimiz kalbî âlemin nakil zanaatını (‘kurmaca eserlerde bilincin sunumu’nu) takdim edecektir çalışmasında: ‘Psiko-anlatı’lar, ‘alıntılı monolog’lar, ‘anlatımlı monolog’lar, vs.
Yalom, kitabının sonuna koyduğu ‘Gerçek mi, Kurgu mu?’ başlıklı kesitte, “Yaşanmış olabilecek olaylara dair bir roman yazmaya çalıştım,’ diye söze başlar. Tarihsel olaylara sadakatinin altını çizer ve bir psikiyatr olarak birikimlerine dayanmak suretiyle Bento Spinoza ve Alfred Rosenberg’in iç dünyalarını hayal etmeye çalıştığını ve ana karakterlerinin ruhlarına (merdiven sarkıtılamayan kuytuluklarına) açılan birer kapı olmak üzere de, Franco Benitez (Spinoza kuytuluğuna) ve Friedrich Pfister (Rosenberg’inkine) karakterlerini kurguladığını belirtir.
E. M. Forster’ınsa, 1927’de, Cambridge Üniversitesi’nde (öğrenci ve öğretim üyelerine yönelik) yaptığı konuşmalardan derlenen Roman Sanatı’nın bir yerinde (Adam Y., s. 84-5’te –yıl 1982!) şöyle söylemiş olduğunu hatırlamaktayızdır biz: “Tarih yazarı eylemlerle uğraşır; bir de, eylemlerden çıkarabildiği ölçüde, insanların kişilikleri üstünde durur”. Eylemde yansıyan ruh hallerini aktarır –aktarabilir. Sözgelimi, Kraliçe Victoria, bir gece masada kaşlarını çatmış, öf-küf etmişse, tarihçi, kalemi hokkasına bandırıp, ‘Şu tarihte Kraliçe Victoria’nın canı sıkılmıştır,’ diye tarihe kayıt düşebilir, rahatlıkla. O kadar. Devam eder: “Ancak, kraliçe duygularını dışarı vurmadan öylece durmuş olsaydı, kim ne bilebilirdi? Gizli yaşam, adı üstünde, gizlidir. Belirtilerle dışa vuran gizli yaşam artık gizli değildir, eylem alanına girmiştir”. Dahası, eylemin kendisi de bire bir ruhun aynası (kalbin penceresi) değildir: “Romancının işlevi, işte bu iç yaşamı kaynağına inerek ortaya koymak, Kraliçe Victoria hakkında bilinebilecek şeylerden [yani, sadakatle yetinilecek tarihsel bilgiden] daha çoğunu anlatmak, böylece, tarihteki Victoria olmayan bir kişi yaratmaktır”. Cohn’sa, daha da ileri gidecek, ve, Forster’ın, “‘… [yazarın] tarihteki Kraliçe Victoria olmayan bir karakter yaratmak’ gibi bir derdi yoksa bu işe girişmemesi gerektiğini” söylediğini de ekleyecektir (s. 15).
Kurmaca anlatıyı kurmaca olmayanından, dahası, anlatısal olmayan kurmacalardan ayırt ettiren bu faslı şimdilik bırakalım ve ‘roman’ın adına bir bakalım: Neden, ‘Spinoza Problemi’? Nazi yayılması sırasında el konan Spinoza kütüphanesi kitapları ile ilgili bir ERR (Rosenberg’in başında olduğu özel ideolojik harekât birliği) subayı tarafından oluşturulmuş belgedeki, ‘kütüphanenin, Spinoza Problemi’ni çözmelerinde yardımcı olabileceği’ ibaresinin ötesinde ‘Problemi’ tarihsel bağlamına oturtan herhangi bir ‘romansal’ gelişmeye rastlayamadığımıza göre, neden, ‘Spinoza Problemi’dir romanın adı? Prologda, Yalom’un, “Amsterdam’dan yaklaşık kırk beş dakika uzaklıktaki Rijnsburg Spinoza Müzesi’ne yoğun bir beklentiyle, bir şeyler arayarak girdim ama neydi aradığım?” lafzıyla kışkırtılan bir tür ‘şifre çözüm’ daveti değilse, nedir, ‘Spinoza Problemi’nin hikmeti? Evet; Rosenberg’in ‘tutkusallık’ (nedenlerin yeterli bilgisinin ötesindeki beyhudelik) hattında yürüyen Yahudi karşıtı ideologluğu ile ‘tutkuların us/landırılması marifetiyle esaretlerinden kurtulunabileceği’ni felsefeleştiren Spinoza arasında, elbet, apaçık bir ‘problem’ vardır; ancak, bu, ihsas edildiği kıvamda ‘şifresi kırılmaya muhtaç’ bir problem midir? Hasılı, duvara asılı tüfek layıkınca gümletilebilmiş midir, muhtemel okur sorsun isterim –romanı roman yapan vasıflardan birinin (meraklandırmayı murat etmeden kendiliğinden kendi merakının peşine düşmek de dahil) samimiyet olduğunu anımsatarak.
Samimiyetten alıp peşrevimizdeki bahse dönersek: Yahudi ötekini yok edici karşıtlığı ideolojileştirip giderek Adolf Hitler etrafında kurulan mutlak ve muktedir Nazi hareketinin çekirdek ekibine kendini ait kılma tutkusallığı içindeki Alfred Rosenberg’in, kurmaca karakter (‘Yahudi kanıyla yoğurulmuş psikanaliz’le terbiye edilmiş) Alman psikiyatr/terapist Friedrich Pfister’le; öte yandan, ‘sonsuzluğu içinde doğa demek olan tanrısallığın içkin ussallığını erdem’ belleyip neredeyse bellediğini tutkusallaştıran Spinoza’nınsa, yine bir kurmaca karakter (‘marrano’luktan yeniden Yahudiliğe dönüp haham da olan) Franco Benitez’le karşılaşması, söz konusu tarihsel kişiliklerin siyasi ve felsefi yönelimlerini okura daha alımlanabilir bir dille vermenin ötesinde, o kişilerin şahsında ‘romansal hakikat’in kuruluşuna ne denli elvermiştir? Bana kaldığına göre, söyleyeyim: pek değil. Zira, tarihsel kişilikleri verili tarihsel kimlik ve yönelimleri içinde yazınsallaştırma (söz konusu kişilikler her ne denli almaşık kişiliklerle farklı bir ışığa tutulmuş olsalar da), olsa olsa –ve nihayetinde- ehliyetli bir kalemin ‘dışarıdan bakış’ıyla iş görür. Romansal hakikati kuran kişilikler ise, yazar öznenin, hayatla hemhal oluşunun kendisinde uyardığı ‘çatışma’ları kendi içinde –alt seslere- ayrıştırıp sorunsallaştırması ile metne yürür. Bir başka deyişle, ilkinde, roman kişileri, kendi tarihsel önemliliklerini yüklenerek metne buyur edilmişlerdir; ötekinde ise, yaratıcı yazar öznenin içe bakışlı duyarlığının –yaratıcı edimselliğin- metne taşıdığı estetik/poetik zenginlikle.
Sözün özü: Bilhassa, Spinoza’nın felsefe evrenine katılmada (Rosenberg misali değilse bile) zorlananlar için Spinoza Problemi fevkalade iştahlandırıcı. Ha, madem işimiz kitap tellallığı, iştahı açılanlar, benimki sonbaharda çıkana kadar (‘şifre onda,’ dermişim) Çetin Balanuye’nin Spinoza/ Bir Hakikat İfadesi isimli kıymetli çalışmasını okuyadursunlar –da diyeyim bari. Hatta, onlara gelinceye kadar, Cemal Bâli Akal’a, Solmaz Zelyut Hünler’e kulak versinler. E, gül gibi çevirisi ile Teolojik Politik İnceleme ne güne durmakta? Sonra da, ver elini Etika.
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | Leave a Comment
No Responses Yet to “‘Spinoza Problemi’ne Dair”