Hakikat ve Hakikatlilik
Bu yazı, 9 Mayıs 2012’de ‘hertaraf’ sayfası için Taraf gazetesine gönderilmiştir.
Psikanalizden vazgeçtim, ortalama ‘ruhsal sağaltım/psikoterapi’ geleneğinden, göreneğinden gelenlerin hiçbir şey bilmeseler dahi, hiç unutmamaları gereken, ‘halden anlamadan’ (‘empatik’ olmadan yani) sorunlu olanın sorununu hâle yola koymanın mümkün olmadığıdır. Ortada bir sorun olduğunu iki yanlı (sorunu yaşayan ve adını koyup sağaltımına eşlik edecek olan) kabullenseniz bile, mevcut sorunu ‘sorunsallaştırabilmeniz’ için (zira, sağaltımın yolu, sorunu dillendirmekten değil, sorunu sorunsallaştırabilme ehliyetinden geçer), kendi ‘hayat aklı’nızı dayatmanız değil, halden anlayıcı bir yaklaşımla dinlemeniz ve sorunu taşıyanın, ‘sorunu ile özneleşmiş’ bir birey olduğunu hatırınızda tutup ‘insani kabul’ zemininde meseleyi ele alma basireti göstermeniz gerekir.
Şimdi, -bu duyarlıkla bakarsak- Taraf gazetesi, Halil Berktay’ın öncülüğünde, bir vakitten bu yana, ‘sosyalizm/sosyalist kimlik’ eleştirisi başlatmışsa ve derdimiz ‘mevcut olanı daha insana yaraşır bir hayata dönüştürmenin köklü ve inandırıcı yol ve yordamını’ kurmaksa, Berktay’ın ve Taraf’ın -‘gazete’ olarak- hâkim tavrı, o yol ve yordamı arayanların tarihsel siyasal pratiğini samimiyetle ele almaya, yapıcı ve sağaltıcı olmaya müsait midir acaba?
Sayın Berktay, ‘Solun Hayal Perdesi’ni indirme iştiyakıyla başlatmıştı yolculuğunu. Söz konusu seferberliğe dair, bir yerdeki yazımda, “Berktay’ın başlattığı tartışma sürecinde ilk gözüme çarpan, Berktay’ın, meseleyi, muhatapları ile ‘paylaşarak’, onların ne düşündüğüne ‘samimiyetle’ kulak vererek değil, verdiği hükmü (‘sosyalizm sizlere ömür; giden onun karikatürü falan değil, ta kendisiydi’) kabul ettirme kaygısı ile ele alış tavrı idi,” dediğimi hatırlıyorum.
‘Solun Hayal Perdesi’ni indirme seferberliğinin nasıl sahnelendiğini değerlendirmek niyetiyle yazdığım yazıda ise (Hertaraf, 14 Şubat 2012), sayın Berktay’ın son yirmi yazısını irdelemiş ve tabuları yıkmak, putları kırmak üzere seferberlik başlatan Berktay’ın, ‘hakiki efsanecileri’ değil, aslında, mahut tarihe aynı eleştirel duyarlıkla yaklaşan bir ton insanı –fevkalade incitici bir dille- kırıp geçtiğinin altını çizmiş idim.
Ve, oradan, geldik ‘1 Mayıs 1977’ye. Sayın Berktay’ın o münasebetle –ve, bildik azimle- aldığı söz de gelip şu hükme dayandı: “Devletin sola yapamayacağı bir şeyi sol kendi kendisine yapmış, ortaya bir fecaat çıkmıştı. Daha sonraki yıllar içinde bir sürü palavra atıldı”. Ve en vurucusu en son geliyor: “Sol, kendi yaptığı rezillikten bir mağduriyet efsanesi yarattı” (Taraf, 2 Mayıs, 2012). Hayal perdesini alaşağı etmeye soyunan dil burada da kendisini gösteriyor: ‘Devletin kendisine yapamayacağını kendisine yapan sol’ (en azından marifet büyüklüğü ile devleti aradan çıkarıyoruz), ‘palavracı sol’, ‘rezillik edip mağduriyetinden efsane yaratan (suçunu devlete yıkan) sol’! Velhasıl, ‘solun hayal perdesi’ yıkılır ve ‘efsaneci-palavracı’ solun ipliği pazara çıkarılırkenki dil ortak. Bu dille, -en azından- sol içi çatışma ya da solun şiddetle ilişkisi bağlamında yadsıyıcı olmayanlarla sorunu sorunsallaştırmak (‘empatik’ bir ilişki kurmak) mümkün mü? Ya da bu dil, öyle bir niyetle yola çıkıldığını hissettiriyor mu? Ya da, geçmişte eleştirilen sol içi şiddetin ‘dile vurmuşluğu’ndan öte bir işlevi var mıdır bu dilin?
Dahası; (‘kuyerel’e de öyle yazmıştım): “Hadi, dönemin, işçi sınıfı içinde en ziyade örgütlü ve ‘silahlı mücadele’ye karşı tavır alışı ile öne çıkan TKP hareketi (dolayısıyla, gençlik örgütü İGD) ve onunla birlikte alanda olanlarla (bilhassa da, daha büyük bir kırıma meydan vermemek üzere meydandan uzak tutulmak istenen) Maocu siyaseti -bir siyasal tarih okuyucusu olarak- gönül rahatlığı ile aynı sepete attınız; peki, Cumhuriyet’in kurucu ve (soy)kırımcı zihniyetinin (‘kırım mühendisliği’nin) ‘insana karşı işlenmiş suçlar’ bağlamındaki belirleyici (‘devlet olma kimliği’) rolünü, ‘sosyalizm/sol’ eleştirisinin arkasında çok uzakta bir yerlere atma (failleri mağdurların iç çatışmalarının –ve ilgili eleştirinin- gölgesinde bırakma) tavrı, devletin şimdiye dek işlediği suçları –en azından- hafifletmek anlamına gelmiyorsa, ne anlama geliyor?”
Ötesi; yıl isterse ’77 olsun, ben devlet karşısında bir ‘yurttaş’ım. 1 Mayıs’ı kitlesel olarak kutlama demokratik hakkımı kullanmak istiyorum. Bir yurttaş olarak, dönüp, ey devlet, sen benim o alanın fiziksel koşulları ve verili kitle psikolojisi içinde güvenliğimi ne kadar temin ettin, diye, niye sormayayım ki? En azından bunu yapmamış, yapmamayı seçmiş ve söz konusu güvenliği ihlal edecek her türden tedbirsizliğe göz yummuş (tahliye noktalarının kapatılmasından alan içinde panzer dolaştırmaya kadar) devletin ‘mahsus’ kastını neden görmezden geleyim ki? Hadi solun şiddete yatkınlığını eleştirdik; aynı sol kültür, 1978’de, yine aynı alanda, -bir önceki yıldan doğru buruk olsa da- şenlikli ve barışçıl bir yığınsal kutlamayı nasıl gerçekleştirdi peki? Ya da, kendi kendini katletme kültürünü bir yılda mı değiştirdi aynı sol? Vs., vs.
Şimdi, bu gazetedeki konumu itibarıyla, sayın Ahmet Altan’ın, gazeteden ayrılanları, ‘Greta Garbo’ sendromuna yerleştirip ‘kariyerist jestlere sığınarak geçmişteki hataları ile yüzleşmekten korkanlar’, ‘efsaneleştirilmiş geçmişlerine yaslanıp Garbo gibi evlerine saklanmayı seçenler’, ‘zihinsel tembelliklerini kahramanlık gibi takdim edenler’ safında anması, sevgili Nabi Yağcı ve sevgili Ümit Kıvanç’ı gazeten koparan ‘hakikatsiz’ dili çok güzel örneklemiyor mu? E sonra; ayrılan yazarlar ve biz, bir tür ‘postmodern’ pervasızlık örneği (‘her şey gider’ yollu, önünü ardını kollamadan sallayıcı) ’77 katliamından solcular sorumlu’ başlığını neden masum bulalım ki? Ya da, başından beri andığım Berktay dili ile Altan ve Oğur dillerinin bir mutlu mesut dil ailesi kurmakta olduğunu niye düşünmeyelim ki?
Psikanalizle başladım, onunla bitireyim: Bir psikanalistin olduğu kadar, bence, bir biliminsanının, hele hele bir ‘tarihçi’nin, kendi bilim nesnesi ile ilişkisinde alabildiğine ‘nesnel’ olma sorumluluğu vardır. Psikanalist, kendi analizinde kendi tarihçesi içindeki kendine bakarken, müstakbel analizanlarını dinleyişinde olumsuzca araya katışıp nesnelliğini bozabilecek karşı-aktarımlarını (‘counter-transference’) tanır ve dolayısıyla, onların, analizanını dinleyişteki yansızlığını/yüksüzlüğünü bozmasına izin vermemeyi öğrenir. Oradan ilhamla, Maocu gelenekten gelen ve şimdiki ‘müstesna’ akademik-siyasi kimliğini tam ona karşıt bir düzlemde kurmaya özenen Berktay’ın, bilimsel nesnellik ve serinkanlılığını temin edecek raddede kendi iç yüklerinden (‘vicdani’ gerginliklerinden) arınmış olup olmadığını kendisine sorması, bir başka deyişle, kişisel/öznel tarih okumasını ihmal etmemesi gerektiğini de hatırlatmak isterim ben.
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | Leave a Comment
No Responses Yet to “Hakikat ve Hakikatlilik”