‘Sosyalist’ Solun Kendiliksel Sorgulanışı
Vakt-i zamanında, bildiğimiz teranelerle avunur, kendi yağımızla kavrulurken, yuvarlak dünya yuvarlana yuvarlana daha bir küreselleşti, insanlar daha bir sıkı-fıkı, halklar daha bir birbirinin yüzüne bakar oldu. Hayat bizi insan içine çektikçe ezberlerimizdeki kendimize dönüp bakmamız da iyiden iyiye kaçınılmazlaştı.
O duyarlıkla bakalım: Evet; ‘kendimiz’, ‘biz’… -biz kimiz? Başka türlü sorayım: ‘Sosyalist sol’ diye çağırdığımız biz’in, kendi olma, ‘kendilik’ sorunu nedir? Ya da, sosyalist sol, varoluşunu sorunsallaştırmaya niyetli midir? Öyleyse, bir ‘kimlik’ olarak arkasında durulan sosyalist sol(culuğ)un ‘kendiliksel’ karşılığı nedir?
Birikim dergisindeki yazımda (‘Psikanalitik Duyarlıklı Bakışla Göç ve Kendilik’/ Ağustos-Eylül, 2010), öncelikle şunu vurgulamıştım: “[T]üm toplumsal edimlerimizi, ‘kendiliğimiz’ üzerinden yaşarız. Bir başka deyişle, her toplumsal edimsellik -edimin nesnesi üzerinden- kendi olma hâlimizi icra ettiğimiz ve o bağlamda, kendiliksel uyum, değişim ve dönüşüm süreçlerini yaşadığımız/deneyimlediğimiz var/oluşsal eylemliliklerimizdir.
Kim olduğumuz sorusuna (ya da arayışına) bir yanıt olarak seçtiğimiz ve benzerleri ile birlikte kim/lik dağarımıza kattığımız tüm öğeler de, kendiliğin meşrebinden istifade ve tornasından geçmek suretiyle varoluşsallığın bünyesine yazılır, kendiliğin metnini yeniden kurarlar. Örneklersek; benim hangi milletten, hangi dinden, dilden, cinsiyetten olduğum, hangi takımı tuttuğum, sağcı ya da solcu oluşum, bir başına benim ‘ne’ olduğumu tanımlamaz. Esasta ne olduğumu tanımlayan, saydığım ‘kimliksel’ unsurlar ve benzerleri ile ‘nasıl’ bir ilişki kurduğum, onları, kendi olma hâlime dönüştürürken (yani, onları kendilikselleştirirken) ne tür işlemlerden geçirdiğimdir. Bir başka deyişle, ‘kim/lerden’ olduğum değil, ‘kendimi nasıl kurduğum’dan menkuldür, ‘ne’ olduğum (ki, eleştirel nesnelliğin tüm ‘siyasi’ edimleri sözlüye çekeceği hat da oradan geçecektir).
Demek ki, kendilik, -tüm bilinçdışı uzantıları ile birlikte [ki, burada, L. Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları ile hatırlanmalıdır]- kendi olma hâlimiz, kendimizi gerçekleştirişimiz, var/oluşsal hakikat ve hikmetimizdir. Kimlikle ilişkisi içinde yinelersek, kimlikleri (kimliksel öğeleri) kendiliksel değerlere dönüştüren bir yapı ve işleyiştir, kendilik”.
Ve, eklemişim: “[K]endilik ya da verili kendi olma hâlinin, dünya ile ilişkimiz içinde devinen, değişip dönüşen bir oluş; kişinin, hareket hâlindeki –öznel- tarihçesi; dış dünya ile teması ve hemhâl oluşu bağlamında bir ruh-içi yolculuk, ‘intrapsişik’ bir göç hikâyesi olduğunu anlıyoruz”.
‘İnsan’ hayatlarına mesafeli bir kendilik olarak solculuk
Bu yazıyı yazmama ve yukarıdaki girizgâha, yine bu sayfada yayımlanmış olan, Taner Akçam’ın, ‘Miloşeviç’i Aramak’ (27 Eylül, 2010) ve ardından aldığı tepkileri dile getirip değerlendirdiği, ‘MHP Solcudur İfadesi, Miloşeviç ve Devrimci Değerlere Saldırı…’ (13 Ekim, 2010) başlıklı yazıları neden oldu. Akçam, ilk yazısında, Anayasa değişiklik önerilerine ilişkin halk oylaması sonuçlarını, %6o (‘AKP’de konsolide’) ‘milliyetçi-muhafazakâr’, %40 ‘sol’ olmak üzere kemikleşmiş ‘sağ-sol’ oy dağılımı olarak değerlendiren Birgün tavrını ele almış ve eli kanlı darbecilerle (ya da, 12 Eylül ve MHP zihniyeti ile) aynı oyu kullananların, onlarla birlikte, nasıl olup da kılları kıpırdamadan bir ‘sol siyasi duruş’ tanımlayabildiklerini irdelemeye çalışmıştı. Söz konusu, kılı kıpırdamazlık hâline, ‘Ne şeriat, ne darbe’ ve Ergenekon’a yaklaşımlarındaki (daha doğrusu, uzaklaşımlarındaki), ‘Yesinler birbirini’ tavırlarında da (yelpazeyi geniş tutarsak, ‘Cumhuriyet Mitingleri’ne ‘demokratik tepki’ vehmedişlerinde de, Anayasa Mahkemesi’nin ‘Yasama’ya ahkâm kesişlerine ya da AKP’ye parmak sallayışlarına duyarsız kalışlarında da) tanık olmuştuk.
Aslında, yukarıdaki olguların eşdeğerliliklerini unutmadan, Akçam’ın sorduğu soruyu şöyle sorarsak, özdeşliği daha iyi kavrayabiliriz: İlgili sosyalist çevrenin, Ergenekon soruşturmalarına (mevcut hükûmeti devirmek, darbe koşullarını yaratmak üzere, tek tek insanları ve halkı kırmayı göze almış ‘derin devletin’ faailiyetlerinin açığa çıkarılma teşebbüsüne), ‘Yesinler birbirini’ tarzında duyarsız kalışları ile Yugoslavya ve Miloşeviç örneğinde Müslümanların, Stalin’in Sovyet Rusyası ve Mao’nun Çin’inde, merkezi-bürokratik tahakküm uyarınca ‘anti-komünist’ olarak tanımlananların katledilişinin sosyalizm adına mazur görülüşleri arasında bir kan bağı yok mudur? Bu nasıl bir ‘sosyalist sol antropolojik tür’dür ki, temel yaşama hakkına bile duyarsız kalabilmektedir?
Neden, Bâbıâli’de Sadrazam Kâmil Paşa’nın şakağına silahın oturtulduğu -23 Ocak 1913- İttihatçı baskın günlerinden Cumhuriyet’e/ kurucu ideolojinin marifetlerine, oradan Özel Harp Dairelerine, kontrgerillalara, Batı ve dahi Cumhuriyet Çalışma Gruplarına, Milli Güvenlik Siyaset Belgelerine, modern-postmodern envai türlü askeri darbelere… dolayısıyla, kesintisiz bir süreç olarak, ‘demokrasi ve özgürlükler’ mücadelesine dudak bükmek, küçümsemekle maruftur bu ‘hipermarksist’ sosyalist sol kimlik?
Olgular ve ‘seçkinci’ sol kendiliğin psikodinamiği
Taner Akçam, ilk yazısına yönelik, Birgün çevresinin öfkeli, nefret dolu, şiddetin dili ile donatılmış tepkilerinden –anılan- yazısında söz etti. Daha önce, hatırlıyoruz, İsmail Beşikçi de, yine bu sayfadaki yazısında, Kürt siyasi hareketi, PKK ve Taraf gazetesi özelinde, o, ‘biz bilirizci’ mütehakkim/seçkinci tavrın dışında duranlara söz konusu çevrelerin nasıl haksızlık ettiğini uzun uzun anlatma ihtiyacı duydu (7 Ekim, 2010). Bir başka ‘vak’a’ örneğini de ben vereyim: Ragıp Duran. ANF’ye (Fırat Haber Ajansı) verdiği mülakatta (6 Eylül, 2010), Kürt siyasi hareketini (hazırlayıcı nedenleri ve gidişatı itibarıyla), haber-yorum-yazar tutumları aracılığı ile, ‘barış-demokrasi ve özgürlükler’ bağlamında arkalayan ve ele alan Taraf gazetesini ‘teşhir’ etmekteydi, Duran. Ahmet Altan’ın, BDP’nin ‘boykot’ kararını gözden geçirme ile ilgili hükümete yönelik talebini (‘yeni bir Anayasa sözü’) Taraf olarak çarpıttıkları iddiaları karşısında, ‘BDP yönetiminden demeç istememe’ tepkisinden kalkarak, “Aslında [BDP’nin boykot kararına tahammül edemeyen] Taraf’ın Kürt okurlarla ilgili denediği politikası bir AKP planıydı aynı zamanda. Hatta, çok karşı oldukları TSK’nin de bu biçimde planları mevcut,” diyordu. Ve, Altan’ın tepkisinden hareketle ekliyordu, Duran: “Bu, Beyaz Türk ideolojisinde, özellikle de sağcı ve büyük ölçüde liberal, iktidara, dini cemaatlere sırtını dayamanın getirdiği iktidar küstahlığıdır”. Taraf’ı, bavulla askeriyeden haber ikmali yapan ‘cemaatin’ gazetesi olmakla itham eden Duran, manidar, “O zaman ben bu gazetecilikten kuşkulanırım tabii. Çünkü Türkiye’de vurulacak tek, yegâne iktidar odağı askeri odak değildir”. Sol vicdanın, söz konusu Anayasa değişiklik önerilerine karşı olmakla bağdaşmadığı genel tavrını benimseyen Taraf’a, ayrıca şöyle sesleniyordu: “Sen bir kere solcu musun da sol adına konuşuyorsun! Etyen Mahçupyan her gün sola küfrediyor bu gazetede”.
Girizgâhımız üzerinden yeniden bakarsak meseleye, sorunun, bir, ‘kendilik’ sorunu olduğu açıktır. ‘Kendinde bir hayat’ olarak hayatını yaşayıp giden halka, o halkın kendisi olmak üzere vereceği özgürlükler ve demokrasi mücadelesine, onu anlamaya, tanımaya ve onunla birlikte hayatın içinden yol almaya gönül indir(e)meyen, bir, ‘Seçkinci Sosyalist Kişilik Bozukluğu’dur bu hal. Benim, ‘Nasyonal Sosyalist Kişilik Bozukluğu’ diye adlandırdığım marazla (CHP, İP, Türk Solu, yeni-TKP, vb.’nin örneklediği ‘Sosyal Siyasal Kişilik Bozukluğu’ marazıyla) da kesişim noktası ‘seçkincilik’ olan hal.
Mevcut durumu, bir dostumla yazışmamda şöyle irdelemiştim: “Öznel/iradi tercihini hayata dayatmak isteyen, hayata dair öngörü ya da öznel doğrusunun muktedir olmasını esas tutan (‘doğru’nun kendisinde içkin olduğunu varsayan –o anlamda, ‘sınıfsal/nesnel’ tahlillerden de yoksun, ‘tepeden inmeciliğe meftun’) bir duruşun eseridir bu sol. Aslında, şimdiye kadarki ‘sosyalist siyasi pratikler’in de açmazı o idi; öngörülmüş (kendi tekelinde olan) doğruyu hayata dayatmaya=iktidarı ele geçirmeye/muktedir olmaya (‘reel’ örneklerinde, ‘merkezi-bürokratik diktatorya’ya) sevdalı solculuk. Osmanlı’nın çözülüşü, askersel/bürokratik-monarşik ittifak, İttihatçılık, Cumhuriyet… bizde tarihsel, toplumsal manada söz konusu marazın (‘seçkinci iradeciliğin’) derin bir geleneği de var. Ya da sol dediğimiz, kendine ‘kuruculuk’ ayrıcalığı tanıyan şey, hep, hayatın/halkın üstünde, onu yapan/şekillendiren bir gücü vehmetmiştir kendisine -ya da, kendine baktığı zaman, öyle (‘grandiosité’ dediğimiz, narsisistik kişilik marazının, ‘büyüklenmeci’ tavrının ifadesi) bir ‘gücü’ görmek istemiştir, kendisinde ve ideolojisinde.
İşte, bizdeki sol kendiliksel hastalık, böyle bir hastalık. Kendisini kendi yapan, o, ‘narsisistik’ kendilik alımlayışını tahkim eden vehmini terk edememe hâli. Zira, hastalıklı da olsa, kendiliğin verili bir bütünlüğü var, ondan vazgeçmek, onu yeniden düzenlemek, dünyanın en zor işi. Şimdi, bu sol, kendiliksel değerlerinin hayatla (hayatın ‘nitel’ değerleri ile) bağdaşmaz, dahası, hayatı inşa gücü olmayan, hayata yenik düşen bir şey olduğunu (hayat indindeki itibarsızlığını ve iktidarsızlığını yani) gördükçe, onu ona gösterenlerden de ‘nefret’ ediyor. Nefretini yansıttığı çevreden, nefreti ölçüsünde (ki, yok etmek isteyen bir nefrettir o) ‘korkuyor’. Bkz., ‘irtica/şeriat’/AKP nefret-korku sarmalı ya da ‘özgürlükçü sosyalist sol’ duruşlara yönelik itham-tehdit-küfür”.
Sosyalizm filminde (2010) yönetmen Jan-Luc Godard, şöyle bir söze yer açıyordu: ‘Devlet, bir olmayı ister; bireyse, birleşmeyi talep edendir’ (‘birleşme’nin, yaşarlığın kaynağı ‘çiftleşmek’ anlamına da geldiğini unutmadan!). Bense, kendisine yakıştırdığı isimlerle değil, tüm hiyerarşilere ve tahakkümlere karşı olmak anlamında ‘ötekini’ mücadelesine davet ederek ‘kendiliğini kuran’ siyasi özneyi özlerim. Ve Alain Badiou’nün şu sözü pek hoşuma gider: “Halkların kendi kaderleri üzerinde söz sahibi oldukları varoluş biçimidir demokrasi. Devletin sönümlenmesi denilen ucu açık süreç anlamında, halka içkin politikadır”. Evet; ölçüyü bir de buradan düşürelim derim: ‘Biz kimiz?’
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | Leave a Comment
No Responses Yet to “‘Sosyalist’ Solun Kendiliksel Sorgulanışı”