Hans’la Ben Helalleşirken

08Eyl09

 

 

 

Ve oradan sevgili muhayyel yahut ‘mutasavver’ (zihinde canlandırılan, olabilir diye düşünülen anlamına gelmekte, canım genç phantomum) okur, Hans kardeşe, helalleşmeden önce, Arendt’ten ilhamla sözü bir de şu bizim ‘şiddet’ işine (hani, konuşmuştuk ya, ‘insan doğası’ falan) getirse diye rica ettim, kırmadı: “Şiddet ile gücün çok konuşulmuş ve aynı zamanda eleştirilmiş de olan ayrımı uyarınca şiddetin özelliği, araçsal bir karaktere sahip olmasıdır”. Ve Arendt şöyle açıyor: “tüm araçlar ve aletler gibi şiddetin de kendisini yönlendiren ve kullanımını haklı kılan bir amaca her zaman ihtiyacı vardır”. Yani, şunu mu söylüyor: Evet, şiddete dair bir özümüz vardır -ki, o da şiddete akabilen bir kudret/’güç’tür- ama o öz, bir amaç doğrultusunda bir araca dönüşür, araçsal bir hüviyet, kimlik kazanır: söz konusu öz/güç, ‘şiddet’ olarak tezahür eder. Ancak, bu şiddet, araçsallaştırmanın mahiyeti itibarıyla, uygun bir ‘teşebbüs/girişim’den, tümden yıkıcı/yok edici bir niteliğe dek uzanabilir. Benim, zamansız araya girmemden tedirgin Hans şunu ekleme (‘Bırak da sözümü tamamlayayım! deme’) ihtiyacı duyuyor: “ama bu, şiddetin [ben de, ‘büsbütün ve koşulsuz’  diye mızıldanmaktayım yine] bundan dolayı meşrulaştığı ya da meşrulaştırılabileceği anlamına gelmez”.

İşte, bu noktada Arendt, o şiddet yelpazesini alımlanabilir kılmak için (de) olmalı, ‘güç’le ‘şiddet’ ilişkisini sorguluyor: “derhal ve sorgulanmadan itaat edileceğinden emin olunan en etkili em[ir] her zaman silahlardan [çıkar]. Silahlardan hiçbir zaman çıkmayan şey ise güçtür”. Demek ki, araçsallaştırılmamış güçten, namlunun ucunda patlayan şiddete dek uzanan bir tasarruf silsilesi söz konusu. Daha sonra, Arendt tedrisatından Hans abimiz nakledecekir bize, lakin, ben bu noktada muhayyel okura şöyle seslenme ihtiyacındayım (söz, ‘seviyeli’ mevzulara döneceğiz yeniden), evet, hani diyordu ya Nâbi abim, ‘insanın normali sevişme midir, savaşma mı?’ diye, oraya getireyim lafı: Bakın, bir kadın-erkek cinselliği olarak örneklediğimizde, bedensel alışverişin tamamlanabilmesi için erkeğin, kadının içine girmesi ve girdiği yere bedensel dilinin mahsulünü bırakması(‘yazılma’nın nihai boyutu!); kadının bedeninin de, o niyet ve eylemi kuşatacak, niyet elçisi o dikleşen şeyi kendine katıp kendinde tutacak ve o elçinin oraya ilettiğini kendine katacak bir iktidara sahip olması gerekir. Şimdi burada, bu güzel ‘sevişme’ içinde nasıl bir ‘savaş’ verildiğini, iki karşıt gücün (libidinal olanla agresif olanın) nasıl (diyalektik) bir harmanlanma yaşadıklarını görmemek mümkün mü (ayrımsız, kadın cephesinde de, erkek cephesinde de)?* Evet, savaşa karşı barış da, bir teşebbüs iradesini, mücadele kararlılığını (‘iktidarını’) gerekseyecektir ol minval üzre. Bakın, ‘çatışma’nın dilini okumadan, ‘Eh insana yaraşanı zaten sevgi değil mi,’ kabulü ile, yani, salt sevgi telkini ile bir yere varamazsınız. Barışın, demokrasinin, özgürlüklerin politik dilini ve o dilin geçerli olacağı kamusal alanı kuramazsınız.

Ah, ‘Pardon, pardon Hans, abim benim,’ diyor ve sözü ona bırakıyorum: “Güç, Hannah Arendt’e göre şiddet ile yok edilebilir, bu nedenle de, -Arendt’in pragmatik ama gerçeğe uygun görüşü böyle- ‘şiddet ile gücün çarpışmasında sonucun nasıl olacağı hiçbir zaman kuşku götürmez’. Politik gücün ortadan kalkması şiddetin son hedefidir âdeta. Ama kendisi güç üretemeyecek olduğundan, şiddetin araçsal terörünün sonunda kargaşa, tüm toplum ve devlet düzeninin ve bunlarla birlikte insanın özgürlüğünün de yitirilmesi vardır”. Diyebilirsin ki, sevgili okur, ‘Sen nereden çıkarıyorsun, Arendt’in güç ile şiddeti aynı doğru parçasını iki ucu gibi gördüğünü?’. Bence çok açık da, sorunu ilettiğimde Hanscan şunu da ekledi: “Bu anlamda, Hannah Arendt güç ile şiddeti ‘karşıtlıklar’ olarak görse de, geleneksel düşünüşlerin tersine, güç fenomeni ile ‘bir özgürlük düzeninin mümkün kılınması’ arasında bir bağlantının  söz konusu olduğunu da düşünüyor”. Gördün!

Ama ben, ‘bir bağlantının olduğunu düşünüyor’u biraz açayım Hansçığım, istersen: Konuşma, söz alma, sözünü kamusal alana tutarak eylemlilikle o alanı politik kılma özgürlüğüdür gerçek özgürlük, diyordu ya Arendt, işte, burada da, ‘güç’ dediği şeyin, özgürlüğün yaratıcı diline (özgürlükçü-demokratik teşebbüse/girişime) tahvil olmuş (dönüşmüş) tezahüründen söz etmekte. Yani, benim başından beri söylediğim, ‘güç/kudret-şiddet’ sarmalından ve onun özgürlük alanını açıcı (yukarıdaki eylemli sevda örneğini hatırlayın) işlevsel boyutundan söz etmiş oluyor.

Peki, insan kendinde mevcut olan ‘kudret’i, örneğimizdeki, ‘şiddet’in değişik boyutlarına akma yatkınlığındaki ‘güç’ü, yaşamın (o demektir ki, özgürce var olmanın) lehine nasıl tasarruf edebilir? Arendt, gücün, topluma içkin olması durumunda sorun olmadığını (burada, yine, Arendt, çok berrak değildir bence); gücün ‘gerçek’ güç olması için, sahipliğinin tekil değil, çoğul olması gerektiğini vurgulayacaktır. Bu noktada, Spinoza felsefesinden değişik okumalarla ayrıştırılabilecek, potestas ve potentia kavramlarına uzanabiliriz, diyorum, sevgili Hans’a ama şimdilik kalsın diyerek Arendt’e tercüman olmaya devam ediyor o: “Böyle bakıldığında gücün bu şekilde meşrulaştırılması [halbuki, gücün gayrimeşru olamayacağı açıktır, etik olarak -burada yaptırım gücünden söz edilmektedir], demokratik düzene sahip parlemanter hukuk devletinde uygun ifadesini bulmaktadır”.

Evet; buradan ‘otorite’ sorununa gidilir mi, gidilir; bir ‘egemenlik’ gücü olarak potestas karşısında, bir ‘varolma direnci’ olarak potentia nasıl çalışır Spinoza’da (bu noktalarda, sırasıyla, Antonio Negri ve Cemal Bâli Akal’ı analım) ve orada söylenebilecekler, Conatus (varolma çabası), Cupiditas (arzu), Libertas (özgürlük) ve Securitas (güvenlik) mihveri ile -sadece- karşılanabilir mi, onun tartışmasına gider mi bu yol, gider (Spinoza ve Psikanaliz ve Hayat’ta, Etika çerçevesinde gittiğimi söylemiştim).

 

-… lakin, Hanscan’la helalleşmemiz gerikiyor. Ama onunla helalleşmeden, bu muhayyel konuşmayı mümkün kılan, Hans-Helmuth Gander’in bildirisini Türkçeye çeviren Ersel Kayaoğlu’na teşekkür etmek (ve yaptığım alıntıların YKY’nin andığım isimdeki kitabının 53-86. sayfaları arasında yer aldığını belirtmek) isterim.

 

___________________________________ 

Sevgili okur; buralara kadar gelip zahmet ettiysen bir de yormayayım seni Birey Sorunsalı pdf dosyasına kadar, oradan şöyle bir alıntı yapıvereyim senin için: “Resim ya da şiir; eşsizdir, özgündür, sureti çıkarılamayandır. May’in Auden’den  alıntısında pek güzel ifade edildiği üzere, “Şair, dille evlenir ve bu evlilikten şiir doğar.” (Yaratma Cesareti/ Rollo May, çev. Alper Oysal, Metis Y., 1987, s.84) Ne hoş! Hiçbir çocuk, bir diğerine benzemez. Yaratma, bir anlamda bilmektir de. ‘Bilmek’, İbranice ve Grekçe’de, cinsel ilişkide bulunmak anlamına da gelir (imiş). Adem ve Havva’nın bilişmeleri, ne isabetli!”



No Responses Yet to “Hans’la Ben Helalleşirken”

  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s


%d blogcu bunu beğendi: