Ya da, Demokratik Diyalog Derken

31Ağu09

 

 

 

Konuştuklarımıza (ya da benim konuştuğumuzu varsaydığım şeylere) benzer bir değiniyi de Mithat Sancar yapmıştı, Taraf’ta, ‘Meo Voto’ başlıklı köşesinde. Şöyle başlamıştı yazısına, Sancar: “Otoriter zihniyet, her türlü ‘belirsizlik’ten nefret eder. Otoriter sistem, kesin anlamlar üreterek ve dayatarak varlığını sürdürür. Demokratik zihniyet ise, anlam arayışını ucu açık bir süreç olarak görür”.

‘Kitaplaşmamış Yazılarım/ Siyaset-Felsefe’ kategorisi altındaki ‘Önyargılı ve Yetkecil [‘otoriter’] Kişilik’ başlıklı yazıda daha etraflıca açıklamalar bulabilirsiniz gerçi ya, burada, kendi aramızda konuşurken, şöylece hatırlatayım: Yetkeden yana olma ya da yetkecil tavrı benimseme, ister ‘bireysel’, ister ‘toplumsal’ olsun, bir, ‘kendilik’, ‘kendi olma’ sorunudur bence (‘kendilik’ karşılığı olarak ‘self’ ya da ‘benlik’ de diyebilirsiniz). Eğer kendilik değerleriniz zenginse, kendilik kumaşınız sağlam dokunmuşsa, kendiniz olma arayış ve ediminizin ucunu açık tutarsınız –yani, korkmazsınız, kendinizi, kendiliğinizi kaybedecek misiniz, parçalanıp dağılacak mısınız, diye.

Toplumsal ölçekte, bir ulusun, ulus olma ferahlığı da öyle. Kendi olma derdi yoksa, o demektir ki, kendiliksel (kendini tanımladığı) değerleri hayatın içinden süzülerek gelmiş (hakiki ve inandırıcı) ve hayatla barışıksa, -kimselerle dalaşarak kendini dayatmıyorsa hayata, yani- o ulusun kendilik kumaşı sağlam demektir. Kendilik kumaşı sağlam olan bir ulus, ötekini kendi yapan değerleri, kendisini de zenginleştirecek yaşama değerleri olarak sevinçle karşılar ancak (yine aynı kategoride, ‘Spinoza: Hey, Or’da Kimse Yok mu?’ başlıklı yazıya da bakabilirsiniz).

Diyorum ki; öyleyse, kendi kendilik değerlerini -sözgelimi, dilini- mutlaklaştıran, mutlaklaştırdıkları üzerinden tahakküm uygulayan (ötekine -kendi dilinde- kendi olma şansı tanımak istemeyen) ulusun kendilik kumaşında bir bozukluk olmalıdır. Kendindeki sözde değerleri aşırı büyümseyerek (başkalarının kendiliksel değerlerini görmezden gelip, yoksayıp küçümseyerek) tutunmaya debelenen şişkin kendilikler, ruhbilimde, ‘narsisistik kişilik bozukluğu’ kapsamında ele alınırlar. Ne kadar şişinseler de koflukları sırıtır bir yerde. Toplumsal olan da ondan farklı değil -o anlamda, o niyetle ulusallaştırılan da. Olsa olsa, söz konusu toplumsal hastalığın içinde duranlar, yüceleştirip  (‘idealleştirip’) yansıttıkları -hâkim- ulus değerleri üzerinden özdeşleşme ihtiyacındaki marazlı kişiliklerdir (‘prof. dr. psikiyatr’ olsalar bile!)

…devam edeyim; Sancar, yazısında, Güney Afrika’daki ırkçı rejimden demokratik sürece geçişteki temel unsurun ‘Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’ olduğunu vurguluyor. Sağlıklı bir uzlaşının ya da toplumsal barışın (barış içinde bir arada yaşamanın) yolunun, öncelikle, hakikatin dillendirilmesinden, bir başka deyişle, hakikatin dile gelmesinden geçtiğini anlıyoruz, Güney Afrika örneğinde de. Nasıl dile gelecek hakikat? Olgulara, kanıtlara dayalı olarak, kişisel anlatılardan beslenerek, toplumsal karşılıklı konuşma ortamını temin ederek. İşte, toplumsal barış yönünde gerçekten sağaltıcı, iyileştirici olan odur. Psikanaliz sürecini tanıyanlar bilir, benlik düzeyinde çatışmalı/sorunlu olan şeyin (ki, yukarıda yansımalarına değindim), halli için, öncelikle, sorunu şekillendiren şeyin/şeylerin bastırıldıkları karanlıklardan çıkarılması gerekir. Bu ise, herhangi bir önyargı olmaksızın, analiz sürecinde olan kişinin, kendinde bastırdığı sesleri kendisi için işitilebilir kılacağı bir ‘serbest çağrışım’ ortamını gerekser. Şuraya getirmek istiyorum; toplumsal kalıcı barış için de, bastırmak, bastırılan üzerinden hayatla bağdaşmayan savunular (hegemonik üst-değerler) kurmak değil, bastırıldıkları yerden sürekli uç verip çatışma yaşatan şeylerin, çokseslilik imkânları içinde dile gelip (görünür olup) ‘hakikatin dili’ne katılması gerekmektedir. Tek bir bireyin kendiliksel/benliksel gelişimi, büyümesi de, toplumların barış içinde ‘özerk varoluşsallık’larını kurmaları da ancak öylece mümkündür. Gerisi, -mış gibi yapmaktır. Ve bunu tavsiye eden psikiyatrların olması, olsa olsa, sorunun halli yönünde işimizin ne denli zor olduğunu göstermektedir (yukarıdaki örnekten farklı elbet; bir başka psikiyatr prof. da, sorunlu olan, çatışmalı olan değil, olumlu kabul görmüşler üzerinden bir toplumsal barış/ma süreci öneriyordu. Bu kabil yaklaşımlar, dinamik psikoterapi terbiyesi olan bizler için, hastaya faydası olmayan, dahası, hastalığını besleyen şeylerdir).

Yeniden, Sancar’dan yaptığım alıntıya dönecek olursam, evet, andığım tarzda sağaltıcı bir süreç, çoksesli belirsizliklerden hoşlanmayan ve hoşnutsuzluğun diline yaslanan ‘otoriter’  zihniyet değil, ancak ve ancak, çok sese, çoksesliliğe kendini açık tutabilen ‘demokratik’ bir zihniyetle olanaklıdır.

-derim. Siz ne dersiniz?



No Responses Yet to “Ya da, Demokratik Diyalog Derken”

  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s


%d blogcu bunu beğendi: