‘Üsküdar Tarafı’
Milliyet Sanat dergisinin Eylül 2006 sayısında yayımlanmıştır.
Huzur’un delikanlısı Mümtaz, ‘garip bir mazi daüssılası’na (‘yurtsama’, demek oluyor, genç okur) yakalandığı Üsküdar’da, “İstanbul, İstanbul… İstanbul’u tanımadıkça kendimizi bulamayız,” diyecektir; daha ilk görüşte, ‘Bu İstanbulludur,’ diye teşhis ettiği, İstanbullu olmakla kalmayıp, hem Boğaz’da yetişmek, hem de Türkçeyi teganni edercesine (şarkı söylercesine) konuşmak vasıflarıyla ‘güzel kadın olma’nın tüm (Mümtaziyen) şartlarına sahip Nuran’a. Büyük camilerini kadınlığa ya da annelik duygusuna ithaf eden; muganni Nuran’ı, Mümtaz’a, “Üsküdar’da kadın saltanatı var…” diye çıtırdattıran Üsküdar’da. Evet, bu kez, seyyar baba seyyahımız, nâm-ı diğer Gezgin/ci Baba, Tanpınar’ın ‘kendimiz’ dediği şeyi ol âlemde aramak ve ‘mazi gülü’nü yerinde koklamak niyetine, Üsküdar yollarında.
‘Dur bakalım, kendimiz denilen şeyden, kendimizde boşluğunu hissettiğimiz şeylerden oralarda ne kadarını bulacağız,’ diye yollara düşen Baba, daha, Sıraselviler-Beşiktaş dolmuşları hattında zıvanadan çıkmakta olduğunu; içindeki, Üsküdar’da bulacaklarıyla telafi etmeyi umduğu boşluğun giderek büyüdüğünü hissediyor: Haziran, ‘sapı kanlı, demiri kör bir bıçak’ acımasızlığıyla sıcak, kırık dökük kaldırımlarda iki tekeriyle (duvara siğen köpek misali) yan gelmiş, yayaya aman vermeyen, yolda egzostu-dumanı-kornası… allah selamet versin arabalar, insanın insana zulmü, itiş-kakış… Neyse, kanadı kırık karga baba, seke seke, hoplatıyor tatlı canını dolmuşa. Hoplar hoplamaz da ücrete takılıyor; 1.15 YTL. 1 değil, 1. 20 de. 5 kuruşluk bir gerginlik payı bırakılmış. İçindeki boşluğu büyütmek istemiyor. Veriyor 1. 20’yi, kurtuluyor.
Boğaz yolu tıkalı (boş olduğu oluyor mu?). Dolmabahçe üstünde, yol ayrımında, Eminönü yönüne gidecekmiş gibi yapıp en ucundan burun burun giriyor kalabalığa delikanlı dolmuşçu. Öyle. Usul o demek ki. Ne o, telsiz mi? Ne diyor peki? Ne desin ki, ne diyebilir ki… kendi kendine carıldayıp duruyor. Saray’ın önünde yıllardır (yaz sıcaklarında bile!) çözülmeden duran put kesilmiş askere selamla süt dökmüş kedilerini Beşiktaş’a boşaltıyor delikanlı şoför. Üsküdar motorları vızır-vızır. 1 YTL –ver, geç. Geçiyor üst güverteye Gezgin/ci. Püfür püfür. Birer bacaklarını altlarına çekmiş, birbirlerine dönük oturan, gözler fevkalade sürmeli, lakin karşısındakini görmeyen, güzelden ve gençten iki türbanlı ilişiyor gözüne. Ağızlarında rüzgârın alıp savurduğu dumanları ile sigaraları, kulaklarında telefonlar –‘mazi gülü’ ile mi konuşmaktalar?
Bir vakitlerin kurt ulumaları ile yankılanan meydanına indiğinde, Gezgin/ci Baba’yı, oyuncakçı adamların ellerine geçirdikleri vak-vakların vik-vikleri, ağızlarda düdük –aslından daha kanarya- şen şakır şakımaları karşılıyor. İskele niyetine kurulmuş hurda yığınları olmasa, sağ omuz başından doğru, herhalde, Sarayburnu’na kadar çalkalanan denizi görecek, esintisini alacak –ı-ıh. Otobüsleri, minibüsleri ve sarı nehri aşıyor, betebe cephe-pvc pencere-alüminyum doğrama balkon kapama… ‘özgün’ mimari dağının eteklerindeki ilk mazi gülüne, ‘Mihrimah Cammii’ne atıyor kapağı. Kanunî’nin, Hürrem Sultan’dan olma kızı Mihrimah Sultan’ın camiine. Sinan’ın erken dönem eserlerinden olan cami, bir yükseltinin üstünde. İki sıra sütunu, ortasında şadırvanı, şadırvanı örten çatısı, pencere boşlukları ve denizden çektiği serinliği ile yaz sıcağında tam bir soluklanma mekânı. Şadırvanın serin sularına tutulup parmak araları ovuştura ovuştura yıkanmakta olan erkek ayakları. Sabunsuz Müslüman temizliği. Bak bakalım, içeride ne var. Elde pabuç, içeri dalacakken, kapının yanındaki uyarı: “Camiimiz kamera sistemi ile gözetlenmektedir”. Vay! Demek, Allah’la kulun arasına kameralar girmekte… Akşam, o günün kayıtları incelenmekte, cemaatin, varsa imam efendinin kural hataları da tespit edilmekte midir, acaba? Tamam; oyunu bırak, gir içeri… Dur bi’ dak’ka, girme; kapı yanındaki tabelada Şehit Dede’den mektup var; bi baksana ne diyor. Efendim; Şehit Dede, mektubunu, ‘18 Mart Zaferimiz’den iki ay sonra yazıyor, “Gelibolu tepelerinden sizlere yazıyorum,” diyor. Dede’nin, yaşına rağmen, azimle cenk ettiği anlaşılıyor –can alıyor, can veriyor, kendininkini vermek üzere sırasını bekliyor: “Her gün düşmandan binlerce can alıp, Allah’a binlerce can veriyoruz. Ben de derin bir mutluluk içinde sıramı bekliyorum”. İlerleyen yaşını şehitlikle taçlandırmak niyetindeki Dede, sırada beklerken, bugünlere uzanan siyasi öngörüsünü de esirgemiyor: “Şimdi beni iyi dinleyin sevgili torunlarım. Bizden yüz yıl sonra bile, Türkiye’mizin düşmanları olacaktır. Sakın haaa! [Sevgili editörüm, lütfen, Dede’nin ‘aa’larına kıymayınız!] Asla onlara imkân ve fırsat vermeyin. Bölünüp parçalanmayın”.
‘Yaşama sevincini birbirinden devşirenlerin arasına kim girebilir, sıhhatli bir bünyeye kim maraz sokabilir be Dedeciğim,’ diye iç geçiriyor Gezgin/ci. ‘Bir ulusun tarihi ne denli uzun olursa olsun, birkaç büyük ve mübarek rüyanın işaret ettiği birkaç ana olgu etrafında dönenir,’ yollu konuşan Tanpınar amcasını anımsıyor, içeri geçerken ‘rüya’yı ‘sanrı’ yapıyor. Rehberandan Murat abisinin işaret ettiği ön duvara gömük iki sütunu, ön cephesindeki yarım kubbesizliği ile mekândaki görece acemiliği fark ettiğini düşünüyor, çıkıyor, ‘hâdiselerin akışındaki ilâhî nizam’ın ve ‘yaratıcı hamlenin ta kendisi olan îmânın devamı’nın izlerini yakalamak üzere meydana iniyor.
Sapı kanlı demiri kör bıçak, yanına en ağırından iş makinelerinin homurtusunu, tozu-dumanı almış, meydanı doğramakta –Üsküdar’ın ortası şantiye alanı; ‘yaratıcı hamle’ iş başında. Neye hamletmişler, bir açıklama var mı? Yok. Eğri-büğrü, Çin Seddi misali uzanıp giden sactan paravan. Üstünde ahaliye bir açıklama, özür falan? ‘Ne gezer,’ diyor, Gezgin/ci. Açıklama bekleyen kim ki –hâdiselerin akışı zaten ilâhî nizama tâbi değil mi? Gevşiyor iyice Gezgin/ci. Ah, o ne? ‘Şehit Dede’nin seslendiklerinden sakallı bir amca, birazdan herhalde köfte yoğuracağı ellerinde ‘hijyen’i temin niyetine plastik eldivenleri (hijyen’e ‘müjyen’ diyen, tesisatçısı geliyor aklına o sıra Gezgin/ci’nin), motosikletini vırııınn-vırııınn… diye inletmekte. ‘Hijyen amca’nın çözdüğü Gezgin/ci, az önce zarafetine hayran kaldığı çeşmeyi yaptıran III. Ahmet’in annesinin camiine, ‘Yeni Valide Camii’ne atıyor kapağı. Cami, barok etkinin Türkiye’ye yansıdığı dönemde yapılmış. Mermerleriyle ve basıklığıyla havası sıkıcı geliyor Gezgin/ci’ye. Olabilir. Lakin, avluda bir köşeye sonradan sokuşturulmuş, tepesindeki havalandırma aralıkları dışında her yanı sımsıkı kapalı, kahverengi metalden kabin (‘kadın abdesthanesi’),Tanpınar’ın, “küçük bir meyva içi gibi döşeli” diye betimlediği, anneye/kadına ithaf edilmiş camide, camiye de, kadına da bıçak gibi işleyen imansız bir ‘yaratıcı hamle’ örneği.
Abdesthaneli avludan hızla dışarı atıyor kendisini, Gezgin/ci. İşte, onarılmakta olan bir imaret, ‘Cedid Valide İmareti’ –ne zarif! Köşede, gün görmüş, sırma gibi işlenmiş yazısı ile bir sebil –ne kadar da narin! Ya peki, hemen komşu kaldırımda, tam bir tabela arsızlığı ile birbirlerinin üzerine abanmış bilmem ne ‘-tur’lar cangılına ne demeli? Ya da, taşralı pervasızlığı ile zarif imaretin duvarına yüklenen ‘İETT Bayii-Halk Ekmek-Kontörlü Telefon’ kondusuna, nereye kafanı çevirsen gözüne giren ‘Bay-Bayan WC’lere (‘bu memlekette gerçekten ciddi bir alt yapı sorunu olmalı… –keneften geçilmiyor’), ortalık yerdeki minübüs kalabalığına, onca gürültüye patırtıya?
Otoparka ve ‘kafe’ye tahvil olan ‘Kâtibim’i de ‘la havle…’ ile geride bırakıp ‘Şemsi Paşa Camii’ne doğru ilerliyor Gezgin/ci. ‘Ah, o da nesi; demek buraya geldin!’ –‘Üsküdar Ülkü Ocakları’. Bak sen, yazısı da mavi-beyaz olmuş –mavi-beyaz… tövbe. Lakin, ayına abanmış kurdu bildik azmiyle ulumakta. Tam da uluduğu yönde, komşu esnaf tabelası: ‘El Ixir El Hayat’ –x’ini sevsinler senin… “Üsküdar bir hazine idi. Bir türlü bitmiyordu,” diyen Mümtaz’a hak veriyor ve devam ediyor Gezgin/ci Baba…
…lakin, anlatıcı, anlatının burasında, kendisine ayrılabilecek yerin sonuna yaklaşmış olduğunu fark edip yavaşça susuyor –evet, sevgili okur, bahtı güzel şahım…
Ağustos 2006
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Gezgin/ci Baba' Yazıları | Leave a Comment
No Responses Yet to “‘Üsküdar Tarafı’”