Bir İlkesellik ve İçtenlik Sorunu Olarak Demokrasi

05Eyl08

 

 

15 Eylül 2008 tarihli Taraf Gazetesi’nin ‘Hertaraf’ sayfasında yayımlanmıştır.

 

 

 

 

‘Ergenekon süreci’, birçok bakımdan hayırlara vesile olacak -son zamanlarda başımıza gelmiş en isabetli şey- gibi. Yazdım daha önce sağda-solda: sol siyasal duruşlarımızda var bir arıza, diye. Söyler dururduk, kendindeki ‘nasyonalliği’ -sözde- göremeyip ‘enternasyonallerde’ kayıt muhafazasına duran ‘sosyal siyasal kişilik bozukluklu’ bir çevre olduğunu. İnanır mısınız, hangi davanın adamı olduklarını, neyin avukatlığına soyunduklarını öylesine içtenlikle ortaya koydular ki, sanki, sağaltımları daha bir olası gibi. Hele hele işi cami duvarına işemeye -TSK’mıza dayılanmalara- vardırdıktan sonra.

 

Peki, sosyalist solumuzun ‘seçkinciler’ muhitinde ikamet eden öteki cephelerine, kutuplarına ne demeli? Hadi, ‘Ergenekon hadisesi bizim kılımızı bile kıpırdatmaz, götürsünler birbirlerini!’ sadeleştirme işlemli seçkinciliğin üzerinden hopladık (duyumlarımıza göre onlar da hoplamışlar, ‘gaflamışlar’ meğerse!), mesele, basitçe, demokrasi olduğunda -siyaset, hayatın kıyısına vurduğunda yani- hemencecik ‘Marksist Sınıfsal Mücadele’ ayrıcalıklı ‘mesihçi’ karizmalarını parlatıp ‘Bu işi biz biliriz, abiler, gerisi hikâye’ yollu ‘eril iktidar tonlu’ söylemleriyle öteye beriye laf uçuranlara ne demeli?

 

 

‘Zorba merkez’ ve ahali

 

Şöyle soralım, devamla: Ergenekon; ER-gene-kon mudur, yoksa, ERGENE-kon mudur? Bence -son tahlilde- her ikisidir ve cepheci kutupçu sosyalist seçkinlerimizin dudak büküp görmezden geldikleri ya da kutsal -ama ne hikmetse son zamanlarda ‘düşük’- sınıf mücadelesi telaşları içinde dikkat dağıtıcı bulup ‘merkez-çevre’ çatışması diye naklettikleri şeyin ta kendisidir. (Kuşkusuz, merkezin, ‘kadim devlet ve ideolojisi’, çevreninse, ‘kutsal devletine millet olmak üzere mahut ideolojinin torna tesviyesine tabi ahali’ olduğu unutulmadan!)

 

İşte size bir cepheci -vaziyeti aslında o da teslim etmekte: “Kontrgerilla ayakta olduğu sürece, yasalar istediği kadar ‘demokratik’ olsun [nasıl olacaksa -hs], bu ülkede işçilerin, Kürtlerin, azınlıkların (Hrant’ı hatırlayalım) haklarını savunmak mümkün değildir” -ne güzel! (Sungur Savran, Mesele söyleşisi.) “Ergenekon’a herkes tavır alıyor, bir kere burada anlaşalım,” diyor, bir kutupçu (Ertuğrul Kürkçü, Milliyet söyleşisi). Ve her kesimden sosyalist solcu ve demokrat, ortak bir bildirimle koğuşturmanın derinleştirilmesini istemişler -daha da güzel!

 

Peki, bütün bu vahim işler, son kertede emek-sermaye çatışmasının marifetidir desek (‘nihai doğrucu’ -cepheci kutupçu- eda ile), az önce teslim edilmiş gerçekliğe hangi raddede işler? Var mıdır ilk elden bir alakası ya da öylece sunulduğunda alakalandırmaya talip olacak olanı? Ya da kimdir şunun alıcısı, ‘hedef kitlesi’: “Türkiye’deki temel toplumsal meseleyi, ‘zorba merkez-demokrat çevre’ diye tanımlamak, sol liberalizmin demokratikleşme sürecinde ‘dış güç kırbacı’ bekleyen (felsefi-teorik-siyasi) zaaflı zihniyetinin eseridir”. Bak sen!

 

Peki Sungur Bey, -siz ister sol, ister özgürlükçü ya da demokrat kısmına takılın, nihayetinde bir sosyalist olma derdindeki ben- Bâbıâli’de Sadrazam Kâmil Paşa’nın şakağına silahın oturtulduğu -23 Ocak 1913- İttihatçı baskın günlerinden Cumhuriyet’e/ kurucu ideolojinin marifetlerine, oradan Özel Harp Dairelerine, kontrgerillalara, Batı ve dahi Cumhuriyet Çalışma Gruplarına, Milli Güvenlik Siyaset Belgelerine, modern-postmodern envai türlü askeri darbelere… ülkemin müstesna hayat hikâyesinden başımı kaldırıp da sınıf anahtarını -sizinki kadar ferahlıkla- kilidinde çevirecek mecali kendimde bulamadığımı söyler isem, bir de şimdi -sizin tabirinizle- ‘IMF’nin Avrupa’daki kod adı AB’nin kırbacı’na mı talip olmuş oluyorum ben?

 

Şakağına İttihatçı silahı dayalı Kâmil Paşa, ‘asker tarafından gelen teklif üzerine istifaya mecbur kaldığı’ yollu bir şeyler yazar kâğıda, padişaha hitaben. Silahlı, ilave ettirir ‘asker’in yanına, ‘-ve ahalinin’. Silah zoruyla meşruiyet tedariki bu memlekette esassa, gerisi teferruattır kutupçu cemaatçi cepheci kardeşlerim. Bakınız, ahalinin şu ya da bu kesimi ile ‘Devlet’ arasında bir dekovil misali gidip gelme sanatının erbabı dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1996 yılının kasım ayında, ‘Susurluk’ patırtısı içinde, özlü sözlerinden birini daha nasıl ifade ediyor: “Bakanlar Kurulu siyasi bir müessesedir. Ama Milli Güvenlik Kurulu devlettir”! Türünde tekliği ile yalnızlaşıp gudubetleşen ülkemde, sermaye-emek çatışmasını da kuşatan ‘askeri-bürokratik’ bir siyasi irade, o iradenin esas, gerisinin -şimdilik- hikâye olduğu, hikâyenin göstermelik kahramanları hükümet olsa bile iktidarın başkalarının mahreminde baki kalacağı ilk elden ve daha nasıl anlatılsın be güzel kardeşim!

 

 

Devletin kendini kitapla takdimi

 

Merkez-çevre çatışmasını tarihsel/toplumsal temel bir çatışma olarak değerlendirişini, sol liberalizmin, Marksist/ sosyalist sınıfsal mücadele azmine halel getirici dış güç kırbacı mazoşizmine yoran kutupçu cepheye MGK’mız bir de kitap hazılayıvermiş -merkez kavramını ve neyi kapsadığını tembihlemek üzere: Devletin Kavramı ve Kapsamı (‘ahaliye resmi ideoloji elkitabı’). (1)  Yani; milletin -ruh veren bir öğesi olmak sıfatıyla- etrafında bütünleşip özdeşleştiği, “milletin ve ülkenin hayrına gerekli gördüğü çalışma ve uygulamaları serbestçe yapan”, “milleti ve yurdun güvenliği için gerekli göreceği kuvveti teşkilatlandırıp gerektiğinde kullanan”, milli hedeflerini (ziyadesiyle Milli Güvenlik’i) gözetme vazifesinde gizliliğin (kimselere hesap vermemenin) ehemmiyetini müdrik, milletinin politik-ekonomik-psikolojik güçlerini milli strateji doğrultusunda “silahlı kuvvetlerle birlikte” (bari baş harfleri büyük olaymış!) geliştirip kendi has bahçesi kabul ettiği memleket sathında tasarrufunu ilim ve sanat telakki eden kutsal devletimiz… destanımızda yalnız onun yeri vardır -Ergenekonumuzun destanımızda konuşlandığı yeri tarife hacet var mıdır? Peki, sınıfımız nerededir? Onu da Terör ve Terörle Mücadele Durum Değerlendirmesi isimli değerli devlet çalışmasında yer alan -TC’nin mayası korporatist anlayışın da bir nevi takdimi- şu ifadede bulalım: “Türk toplumunda sınıflaşma yoktur. Meslek ve çalışma grupları vardır. İşçisi, memuru, tüccarı, askeri ve diğer meslek gruplarıyla Türk Toplumu bir eşitlik dengesi içindedir” (Atatürk’ün Halkçılık İlkesi’ne Aykırı Tutumlar [Aşırı Sol] başlığı altında). (2)

 

Sözün sınıra dayandığı zeminde şunu söyleyip bitireyim: Askeri bürokrasinin milli güvenlik stratejileri ile sıradan yurttaşlık iştiyakının kuvayi milliye ruhunda kucaklaştığı, siyasi partilerin aynı ruha hizmet oranında meşrulaştığı, devletin imkânlarından yararlanmak suretiyle irileştiği bu coğrafyada, sosyalist siyasi mücadelenin ‘insan’la ilk temas noktası ‘özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü’ olmak zorundadır. Kendi siyasi kaderlerini tayin hakkını ve o uğurda siyasi mücadele vermeyi içtenlikle ve ilkesel olarak benimsememiş bir kültürden, ne ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’nı kullanacak erginliği (Üçüncü Cephe’nin Kürt meselesindeki ‘görece’ ilericiliği!), ne de, ‘sosyalist demokrasi’ye müsait gelişkinliği devşirebilirsiniz.

 

 

 

 

____________________________________

1. Milli Güvenlik Kurulu’nun 1 numaralı yayını olarak 1990’da Ankara’da basılmış. Bkz. Ergenekon’a Gelmeden… ‘Türkiye’de devlet zihniyeti’/ Ahmet İnsel, Ümit Kıvanç, Birikim Y., Ağustos 2008.

2. A. g. y., s. 49-50.

 

 

 

 

 

 

 



No Responses Yet to “Bir İlkesellik ve İçtenlik Sorunu Olarak Demokrasi”

  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s


%d blogcu bunu beğendi: