Karnavalla Martaval
Ağustos 2008 tarihli Varlık dergisinde yayımlanmıştır.
Rahman ve rahim olsun -onun adı ile başlayalım: Tanpınar, ‘şairliği ve şiirsel yönelimleri bir yana, -romancılığı değilse de- roman yönelimi öte yana’ diyebileceğimiz denli yaratıcı kimlik ve duruşunun ortasından hendek geçirmeyi başarabilmiş bir yazarımızdır -bence. O tarafa ilişmeyeceğim (ilişmek isteyenler Boşluğa Açılan Kapı’dan buyursunlar), niyetim, Bahtinci güzergâhı izleyip varmak istediğim ‘çoksesli’ roman dünyasına doğru yola çıkarken Tanpınar’ın kendi roman âlemimize tuttuğu ışıktan yararlanmak.
‘Roman ve Romancıya Dair Notlar’ başlıklı (değişik tarihlerde, I, II ve III. Bölümleri yayımlanmış olan) yazılarının bir yerinde Tanpınar, ‘nesir’ (düzyazı) geleneğimizde yer alan örneklerin göze hitap etmek suretiyle neredeyse seyirlik bir ‘lezzet ve cümbüş’ hazırladıklarından, metni dikkatle okur isek, “sayfa[nın] cümle cümle, ayrı ayrı renklerle süslü ve yer yer yaldıza boğulmuş” olduğundan bahisle, bizdeki düzyazı geleneğinin ‘derinlik’ten yoksun, yalınkat olduğunun altını çizer (kuşkusuz, BAK yazarı da, müellifin kendi dil makinesinin sesini işitir gibi olur).
Tanpınar’a göre, söz konusu yalınkatlığı üreten, insanı -özellikle de iç dünyasında neler olup bittiğini- merak etmeyen kültürümüzdür: “Müslüman Şark, psikolojik tecessüsü [merakı] pek az tanımıştır. Bazı umumî fikirlerin dışında insan ve insan ruhu onu pek az meşgul etmiştir”. Üzerinde çokça durmak istemese de, şunları eklemeden de geçemeyecektir: “İslâmî akidenin [inancın] hakikaten akim [kısır] bıraktığı bir saha varsa, o da psikolojik tefahhustur [araştırmadır]”. Halbuki, der, Tanpınar, ‘içebakış’ (‘introspection’), Batı’da, günah çıkarma kürsülerinin dibinde gelişmiştir. Bizde, belki, Tasavvuf uygulamalarında bir tür kuşku ve içe dalmadan (‘murakabe’den) söz edilebilir ama onda da insanın yaratılışsal (‘cibillî’) günah fikri söz konusu değildir. Kurtuluş, ibadet ve nefsini öldürme (‘riyazet’) iledir. (1)
Demek, ibadet ve nefsimizi öldürmek suretiyle yok etmeye çalıştığımız, lakin, becerip ‘iç(imiz)e’ bakarsak oracıkta durmakta olduğunu görebileceğimiz (gündelik hayatımıza karıştığındaysa -kendisini ayırt edip adını koyamasak da- ‘belirtisel/symptomatic’ olarak yaşadığımız) şeyler var. İşte, psikanaliz, o bakılan (içteki) yere, ‘bilinçdışı’ diyor. Kişisel bilinçdışınınsa, vicdan/üstben üzerinden, -yaşanmaktan alıkonarak- bastırılmış ruhsal malzemeden oluştuğunu söylüyor. Bense, yazınsal metne ‘psikanalitik duyarlıklı bakış’ dediğim zaman, metnin arkasındaki yazarın, söz konusu malzemeye yönelik ‘tecessüsü’ ve ‘tefahhus’unun ötesinde (ki, günümüzde onlar dahi ender rastlanan şeylerdendir), merak edip araştırdıkları ile imgelemsel düzeyde (‘muhayyile’sinde, ‘hayal’dünyasında yani) ne yaptığını ve o anlamda ne denli ‘yaratıcı’ olduğunu tartmayı önemsiyorum: kendiyle yüzleşmek bile değil, kendi içinden yüzüp farklı kıyılara vurup vuramadığını, günah çıkarma kürsülerinin dibinde yaşanabilecek türde olanlarla yetinip yetinmediğini.
İşte, Bahtin’in, ‘roman’ın kuruluş serüvenini irdelerken öne çıkardığı ‘karnaval’ yaşantıları da, bana kalırsa, az önce andığım ‘bastırılmış’ olanla ‘yaratıcı edimsellik’ içinde hesaplaşmayı seçmiş insanın marifetidir ve ister istemez ‘yaratıcı yazın’a da izini düşürecektir: “Karnaval eğlenceleri gelişimlerinin tüm dönemlerinde (birtakım türleri ve akımları özellikle yoğun bir karnavallaşma geçirmekte olan edebiyat da dahil olmak üzere) bir bütün olarak kültürün gelişimi üzerinde çok büyük etki sahibi olmuşlardı -bu, şimdiye dek yeterince değerlendirilip araştırılmamış bir konudur… Rönesans boyunca karnavalın asli öğelerinin birçok engeli silip süpürerek resmi hayatın ve resmi dünya görüşünün birçok alanını istila ettiği söylenebilir. En önemlisi de, bu öğeler yüksek edebiyatın bütün türlerini hâkimiyet altına alıp temelden dönüştürmüşlerdir. Sanatsal edebiyat içten içe ve neredeyse tamamen karnavallaşmıştır”. (2)
Öyleyse, bakalım, ‘roman’ olma eşiğini atlayan hayat, oraya gelinceye dek hangi karnaval sokaklarında dolanmış. Bahtin, -daha sonra yaratıcı yazınsallığa dönüşecek- karnaval geleneğini, daha karnaval sokaklarında karnaval eğlencesi olup dolanmaya çıkmadan çok öncesine, Antik Yunan’a dek uzatır.
Antikler, ‘epik, trajedi, tarih, klasik retorik, vb.’ ciddi türlerin karşısına, kendi isimlendirmeleri ile ‘yarı ciddi-yarı komik’ türü koymuştur. Genel anlamda roman kuruluşuna kaynaklık eden epik, trajik ve retorik türleri, bütünlüklü ve değişmez bir söylem evreni dayatışları ile birer duvar örücü, ‘monolojik ciddiyet’ örneği iken; ciddiyetle komiklik arası gidip gelen türler, sarsılmaz, bütünlüklü -dizgesel- hakikat tahayyülüne itibar etmeyişleri, insanın bilme ve yazgısına egemen olma yetersizliklerini kabul edişleri ile çoksesliliğe/ ‘diyalojik’ söyleme dayalı, “edebi ve entelektüel ortodoksiye üstü kapalı ya da açık bir şekilde meydan oku[yucu]” yapıdadırlar.
Madem öyle, karnavalın martavaldan farklılığını ortaya koyabilmek için, Bahtin’in karnaval yaşantısının (ve ‘çoksesli/diyalojik roman’ın) kökeninde yer aldığını söylediği yarı ciddi-yarı komik türün iki temel örneğini ele alalım: ‘Sokratik diyalog’ ve ‘Menippos yergisi’.
Sokratik diyalog, en temelde, “hakikatin ve hakikate dair insan düşüncesinin diyalojik bir doğası olduğu” kabulüne dayalıdır: “Hazır bir hakikate sahipmiş havası takınan resmi monolojizmin ve bir şey bildiğini zanneden, yani belli hakikatlere sahip olduğunu düşünen insanların naif özgüvenlerinin [Bahtin, burada, ‘martavalcılığı’ tarif etmektedir] karşısına diyalojik araçlar koyulur”. Belli bir konuya ilişkin değişik bakış açıları yan yana getirilir (‘sinkrisis’), muhatap, karşıt söylemi için alabildiğine kışkırtılır (‘anakrisis’ -ki, ‘sin’ olsun ‘ana’ olsun, her iki krisis de martavalcılıkta tongaya bastırmak için kullanılır), falan. Evet, o diyalojik araçlar da göstermiştir ki, “[h]akikat tek bir kişinin zihninden doğmadığı gibi orada bulunamaz da; [onu] hep birlikte arayan insanlar arasında, onların diyalojik etkileşim süreci içinde doğar yalnızca”. Hakikat muhabbetten mülhemdir, anlayışıyla kendisini “muhabbet tellalı” diye tanımlayan Sokrates, hakikatin doğumuna yardımcı olan muhabbetkârlık ilmini “doğum bilgisi”, tuttuğu mesleği de “ebelik” olarak isimlendirecektir -o derece!
Bahtin’in ‘Menippea’ diye de andığı Menippos yergisi ise, ‘güzellik’ ve ‘soyluluk’ gibi antik “edeplilik” düşüncesini oluşturan etik ölçütlerin yıkıldığı süreçte ortaya çıkmıştır. Özgül ağırlığını daha çok ‘komik’ öğenin oluşturduğu bu türde neler yoktur ki: Tarih ve anı kısıtlamalarını umursamamak, düşlemsel ve serüvensel olana sınır tanımamak, fikir denen şeyi hakikatin sınanması olarak kabul etmek, mistik-dinsel öğeleri bile kaba ‘kenar mahalle doğalcılığı’ ile birleştirebilmek, ‘ölüler diyarı’na yolculuklar, olağan dışı ahlaki ve ruhsal hallerin temsilleri, delilikler, kaçıklıklar, bölünmüş kişilikler, çılgınlıklar ve intiharlar, erdemli orospular, soylu haydutlar gibi her türlü karşıtlığın biraradalığı, çok-üslupluluk, çok-tonluluk, vs., vs.
‘Karnaval eğlenceleri’ ise, elbet, edebi bir görüngü değildir. Ancak, az önce anılan türlerden kök alarak kitle yaşantısına katılışı, sahnesi olmayıp icracılar-izleyiciler ayırımı yapmayışı, doğrudan içinde yaşanıp ‘yasaların-yasakların-kısıtlamaların’, toplumsal-siyasi-dinsel her türden hiyerarşik işleyişin, eşitsizlik ve mesafelerin askıya alınışı ile karnaval yaşantısı, “insanlar arasında özgür ve samimi temas” sağlayarak (somut duyumsal doğası aracılığıyla) sanatsal imge diline (edebiyat diline) aktarılır. Böylelikle, edebiyat, karnaval geleneği üzerinden ‘karnavallaşır’, karnaval ateşi, Rönesans’la birlikte Erasmus’un, Rabelais’nin, Cervantes’in ve giderek Dostoyevski’nin ‘yaratıcı/çoksesli’ romanını tutuşturmuş olur.
Vargım şu: romanı (yaratıcı düzlemde) roman yapan söylem, günah çıkarma kürsülerinin eteklerinde mızıldanarak değil, Bahtin’den yararlanarak aktardığım yarı ciddi-yarı komik türler ve edimli karnaval yaşantısının içinden geçerek kurulmuştur. Söz konusu yaşantının merkezinde “iç insanın keşfedilmesi” yatar. Günah çıkarmadan (itirafçılıktan) farkı şuradadır ki, “pasif kişisel gözlemle değil, ancak kişinin kendi benliği karşısında aktif bir diyalojik yaklaşım benimsemesi sayesinde ulaşılabilen ve lirik, epik ve trajik insan imgesinin merkezinde yatan benlik görüşlerinin o naif bütünlüğünü bozan ‘insanın kendi benliğini’nin keşfidir bu”. Bir benliksel kabuk kırımıdır: “Kişinin kendisine diyalojik olarak yaklaşması, benlik imgesinin dış kabuğunu, öbür insanlar için var olan ve kişinin (başkalarının gözündeki) dışsal değerini belirleyen ve öz-bilincin saflığına gölge düşüren dış kabuğunu parçala[masıdır]”. (3)
Niye şaşılsın ki: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, monarşiden oligarşiye, -dibini köşesini fazlaca kurcalamaya ne hacet!- toplumsal/kimliksel duruşunu üçyüzbirler(l)e yaldızlayıp muhafazaya almış baskın kültürün kendisi de, oradan beslenmesi kaçınılmaz yaratıcı çabası da, karnavala değil, elbet, martavala yaslanacaktır.
____________________________________
1. Anılan yazılar ve alıntılar için, bkz., Edebiyat Üzerine Makaleler / Hazırlayan: Zeynep Kerman, Dergâh Y., 6. Basım, Eylül 2000, s. 58-70 ve orada anılan Ulus nüshaları (1943-44).
2. Mihali Bahtin alıntıları, Dostoyevski Poetikasının Sorunları’ndandır (s. 165-202) / çev. Cem Soydemir, Metis Y., Eylül 2004.
3. Kabuk parçalamanın psikanalitik ve yazınsal yaratısal açımlamasına örnekler için, bkz., İmgenin Tılsımlı Rüzgârı / Halûk Sunat, Yirmidört Y., Kasım 2006.
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Yazınsal Eleştiri' | Leave a Comment
No Responses Yet to “Karnavalla Martaval”