Çözüle Çözüle Çözmece
5 Temmmuz 2008 tarihli Radikal Gazetesi’nin ‘Yorum’ sayfasında yayımlanmıştır.
Öğleden sonraydı, “Haberiniz var mı, ortalık hareketli yine bayağı,” diyordu, sedire uzanmış hastam. Hareketteki bereketliliği yeni bir Ergenekon gözaltılaması sıçratmıştı. Sonra televizyona baktım, akşam suları idi. Asab sükûnetini ziyade ihlal eden bir hal! Yine o, gözaltına alıştaki nezaketsizliğe burukluklarıyla bizleri de müteessir eden ‘seçkin’ gazeteci taifesi. Meğer, ‘Duayenabi’den sonra, yeni gözaltına alınanlar arasında da var imiş bir seçkin gazeteci. ‘E yani, bir gazeteci de haber kaynaklarına yakınlığından dolayı mağdur edilecekse, o zaman, bu, bizim haber alma özgürlüğümüze bir tehdittir,’ diyor, stüdyo seçkinlerinden biri. Sanırsın ki, fevkalade ‘püriten’, kendini, memlekette olanları tam bir saydamlıkla görünür kılmaya adamış bir zât-ı muhterem! Yahu, şu memlekette say say bitmez, Metin Göktepe’den tut da, nice gözaltında ölümler, kayıplar, faili meçhuller, ‘Hayata Dön(dür)üş’ler… vardı madem öylesi bir mesleki hassasiyetin, neredeydin öyleyse sen? En temel insan hakları ihlalleri ile ilgili dahi benzer bir duyarlılığın, eşdeğerli bir gayretkeşliğin oldu mu senin?
İsim anmıyorum: Bu, mesleki rolü üzerinden ilgi nesnesi ile ilişkisindeki sorumluluğunu, tutarlılığını ve giderek gerçek yargısını yitirmeye yüz tutmuş, bir tür, kişilik bozukluğu -kişiliksel eprime.
Hemen karşısında bir başka gazeteci muhterem. Aa, gözüm ısırıyor bir yerden onu da, az önceki ile ağız birliği etmiş bu üstat kişi de, bir münasip kanalda hani, Deniz Baykal Bey’in -yine aynı kaynaktan nemâlanan gönül ferahlığı ile- düzdüğü incilemelerini ‘dinleyenlerden’ değil miydi, ‘mum’ olmuş vaziyette? ‘Kıymetimi siz bilemezsiniz bilsin dut festivalleri,’ deyip Sosyalist Enternasyonal’in nazarına takılmaktan kaçan Bey’in karşısında? ‘Darbe Anayasası’nı, karınlarını -‘Cumhuriyet’in kazanımları’na göz dikenlerin menfur emellerine âlet olma aymazlığı ile- kaşımakta olanların ‘sözde’ demokratik sivil siyasi iradelerine karşı özel muhafazasına alan ‘nasyonal sosyodemokropat’ın marazlı hassasiyeti karşısında: efendi, efendi?
Milli maç öncesi. Kendisini, ‘sosyalist-Marksist’ sol açık mevkiinde konuşlandırmış kadim dostlardan biri. Tarih boyu darbeli matkap gibi işleyen cihet-i askeriyenin açığa çıkartılmış bir başka marifeti: ‘Bilgi Destek Planı ve Faaliyet Çizelgesi’! Git az geri: Cumhuriyet Çalışma Grubu, Batı Çalışma Grubu, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, postmodern darbeler silsilesi, Cumhuriyet Mitingleri, asker eskileri, -nin ADD’leri, Kuvacı güç birlikleri, -i, i, i… “E, abi, bu bir sarkaç misali, bugün top onlarda, yarın da öbürkülerinde olacak ise, niye dertlenmeli ki?” Kollarımı uzatıyorum, tüylerim diken diken ve üç kelime: SO WHAT? Tam bir hastalık hâli: Bir yerlerde bir yazımda işlemiştim, aynı seçkinci kaynaktan beslenen (İslamcı ‘niyet’ bozukluğu üzerinden ‘sosyalist’ siyasi ‘söylem’ üreten), muhalefetini nereye yönlendireceğini şaşmış ‘Seçkinci Sosyalist Kişilik Bozukluğu’, değil de ne yani?
Tarih bilgisini hadi geçtik bir kalem, peki ya, 367 vak’ası ve türban meselesindeki yorumlarıyla Anayasa Mahkemesi? Seçmenin yarısından çoğunun oyunu alan iki partinin kapatılma davaları arifesinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin, karargâhında bir müstakbel Genelkurmaybaşkanı’nı ziyaret edişi? Yani, bir yanda, militer-paramiliter yapılanma ve tasarrufları ile bir güç ve öte yanda, o gücün ‘laiklik karşıtı odak’ suçlamasıyla Googlelayıp gagalamaya azmettiği yüzde 47’nin tercihi bir ‘siyasi parti’ (ve dahi, Kürtler’in Meclis’teki sesi bir diğer parti)!
Parti diyince de: Şemdinli’den bu yana kendisini taşıyan dalları bir bir budayan, demokratik açılım ve sorumluluk cephesini inşaya katkıyla toplumsal dönüşümün başını çekmek yerine sopa tutan elleri sıvazlayıp emekçiye meydanı dar etmeye, taşra yaratıcılığını kurnazlık ve cemaatçiliğe tahvile soyunan, ‘Ak’ım derken, ‘sakın!’ dedirten parti. Bir ân evvel siyasi partiler ve seçim yasalarını değiştirerek erken seçime gitmek, en geniş katılımlı bir meclisle gerçekten demokratik-sivil bir anayasa hazırlığının meşru zeminini hazırlamak yerine mağduriyetine anlayış tedarik etmeye sıvanan parti. Parti kapatmalara karşı demokratik-siyasi mücadele bayrağı açmak yerine müstakbel kaderdaşına sırtını dönen parti.
Akşamına maç başlıyor: ‘Milli’! Hak’katen de: Başında, vakti zamanında oyundan atıldığında yan hakemin yüzüne tüküren, formasını paralayıp yere atan, takımının şampiyonluğunu Susurluk kültürü mirası ve mimarlarından Mehmet Ağar’a ithaf eden, misafir ülke takımının oyuncularını kendi oyuncularına kovalatıp tekmeleterek -sahayı bırak- soyunma odası koridorlarını dar ettiren, kendisine tepki gösteren tribünlere o malum el hareketini çeken, Avrupa Futbol Şampiyonası’nda, ‘Biz de artık bu işin şenliğine takılmak istiyoruz’un içtenliğine herkesi saha kenarındaki hareketleriyle ikna eden bir ‘teknik direktör’! Direktörünün direktifiyle konuk oyuncuyu kovalayıp denk getirdiği yerde yerleştiren, kendisini sevmeyenlere herkesin gözü önünde direktöründen esinlendiği hareketi dirseğe kadar olmak şartıyla şeddelendiren, yaban illerde ırkçılık iddiaları ile sorgulanan bir ‘kaptan’! Meslektaşlarının emeğini, spora gönül verenlerin yüreğini hiçe sayan bahisçi, şikeci bir ‘golcü’! Memleketinde golü yedikten sonra, -kutsal değerlerine dil uzatıldığı iddiasıyla- rakip oyuncuyu tartaklayan, Türk olmadığı için rakibinin o şerefsizliği yaptığına milletini ikna edebilen (aynı marifeti Şampiyona’da da sergileyen) bir ‘kaleci’! Ve, insancıllık, onur ve adil olma ile ilgili yargıları -milli takım aşkıyla eriyip tükenerek- teferruat addeden -sağcısıyla, solcusuyla- bir milletin kahir ekseriyeti…
Tel tel dökülüyoruz değil mi? E peki nerede bu milletin sahiden özgürlükçü, demokrat, emekten, eşitlikten ve adaletten yana sosyalist kardeşleri? Hayatın dışında ve hayata rağmen ‘yesinler birbirlerini’ özdeyişi ile ‘en temiz’ solculuğu icat edebilen ve ‘satılmış sol liberaller’ küfründen maada sol pratik içinde görünmeyenler… hele çekilin az, yok mu ötekilerden?
Ben, bir vakitten (özellikle de AKP’yi kapatma davası ve Cumhurbaşkanı’na yönelik iddianameden) bu yana, ‘zilleri takma-takıp oynama’ raddesinde olduğumuzu düşünmekteyim. Paranoyak kilitlenmeden toplumsal şizofreniye bir tel tel çözülme hâli. Çözüldükçe göreceğiz kendimizi, ne mal olduğumuzu. Çürüğü çarığı ayıklayıp yeniden dokuyacağız toplumsal kendiliğimizi -diye de umutlanmaktayım: Yeter ki kendimizi ziyan etmeden becerelim çözülmeyi.
Filed under: Kitaplaşmamış Yazılarım/ 'Siyaset-Felsefe' | 1 Comment
İlginize teşekkür ederim.