BİREY SORUNSALI/ ‘Psikanaliz ve Eleştirel Bir Bakışla Marksizm’

14Şub99

 

 

Önsöz

                                       

“Un tiens vaut mieux que deux tu l’auras” (1)  

 

Üçüncü bir bin yıla girerken, elimizde, birey sorunsalı ile ilintili iki temel kuram var: psikanaliz ve Marksizm. 

 

Marksizm; bireye ilişkin duyarlılıktan kalktı (1844 Felsefe Yazıları..) ve giderek, bireyi ve bireylik sorunları, toplumsal/nesnel devingenlerin dolayımında ele alır oldu. Kabaca, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki temel çatışmanın açımlanması, bireyin verili durumunu kavramak için yeterli görülüyor; birey, olsa olsa, söz konusu temel çatışmanın aşılma pratiğinin (sosyalist siyasi mücadelenin) öznesi (‘pratik özne’) olarak değerlendiriliyordu.

 

Toplumsal ilerlemenin, yabancılaşmanın aşılmasının, vb.’nin önündeki engel, ekonomik/sınıfsal çatışmanın aşılmasına indirgendikçe; pratik özne de, kendi özüne -insani öze- kendisi tarafından ve kendisi için sahip çıkmanın; daha önceki gelişmelerin bütün servetiyle kendine tam bir dönüşün; insanla doğa, insanla insan arasındaki çatışmanın aşılmasının; varoluşla öz, nesneleşme ile kendini pekiştirme, özgürlük ile zorunluluk, birey ile tür arasındaki kavganın gerçek bir çözümünün; güzelliğin kurallarına göre yaratabilmenin (1844 Felsefe Yazıları) pratik öznesi -bu anlamda, yaratıcı özne– olmaktan çıkıyor; tüm meselenin indirgendiği sınıfsal çatışmayı, siyasi erk düzeyinde (devletin ele geçirilmesi!) halletmeye soyunan  merkezi-bürokratik yapılanmaların (parti aygıtının) sıradan bir öznesi olup çıkıyordu. Böylece, bireyin sıradanlaştığı, taşeronlaştığı, yaratıcılığından alıkonulduğu (yani, birey sorunsalı’nın ıskalandığı) bütün pratiklerde olduğu gibi, sosyalist pratiklerde de özgürlük sorunsalı ıskalanıyor; Engels, kendisi ve Marks adına günahın bir bölümünü üstlense de (Joseph Bloch’a Mektup/ 1890) süreç içinde günahlar katmerleniyor; tahakküm kültürü, ‘ulvi’ sosyalist kaygılar adına yeniden yeniden üretiliyordu. 

 

Sigmund Freud ise; bireyden kalktı, şükür, bireyde kaldı. Her ne kadar, birey özelindeki görüngülerin arkasında yatan toplumsal/nesnel bileşenleri yabana atmadı, uygarlık adına burjuva-düzeltimci önerilerde bulundu ise de, ısrarla, kurucusu olduğu psikanalizin dünya görüşsel bir kuram olmadığını vurguladı. Psikanalizin bilimsel nesnesi olan bilinçdışına ve onun üzerinden yapılanan oluşumlara (bütün bu oluşumlar, kendi aralarında ve toplumsal/nesnel olanla diyalektik bir etkileşme içersindeydiler ve esasta, organik bir altyapının üzerinde biçimleniyorlardı) ve bu oluşumların/süreçlerin, idealist ereklilik veya gerekircilik çerçevesindeki tanımlanışına değil, kendi ‘gerçek’ iç işleyişlerine -maddeci gerekirciliğe- bağlı kaldı ve bütün bu yapılanmaların işleyişinin, yıkılışının, yeniden inşasının devimsel (dinamik) yasalarını ortaya koydu. Böylece; toplumsal/kültürel/nesnel ortam içindeki (ve onunla diyalektik etkileşme halindeki) bireyin, kendine özgü derinliğini; tedavi uygulayımı içinde ise, kendini değiştirebilen bireyin, yaratıcı/ ‘pratik’ kimliğini tanımamızı sağladı. 

 

Ben bu kitabı yazmaya koyulduğumda, ‘birey sorunsalı’ çerçevesinde, Marksizmin indirgemeci yaklaşımını ele almaya niyetlenmiştim. Ancak, doğal olarak gördüm ki, indirgemeciliğin ardındaki temel bileşen, ekonomik olanın öne çıkarılmasındaki ısrar (veya hata) değil; bireyin önemini ve özgüllüğünü ihmal eden (veya hor gören) tahakküm kültürü ve mirası -dolayısıyla, epey arkaik olan bir şey- idi. Öyleyse, gerçekten demokratik ve özgür yeni bir dünyanın kuruluşu umudunu canlı tutabilmemiz için; bireyin özgüllüğünü, kendine özgü derinliğini önemsememiz, tanımamız ve böylesi bir duyarlılıkla Marksizme eleştirel bir bakış yöneltmemiz gerekiyordu. Ben bunu yapmaya çalıştım. 

 

Ve böylece, bir kitap içinde iki kitap ortaya çıktı: Birinci Kitap’ta; Freud’un psikanaliz kuramının temel başlıklarını (bilinçdışı kuramı, dürtü kuramı ve yapısal kuram/bir anlamda, bireyin ruhsal kuruluşunu), nevrotik çatışmanın nasıl oluştuğunu ve analitik tedavi ortamında nasıl ele alındığını, -belli sınırlar dahilinde- Freud’un psikanaliz kuramına ilişkin eleştirileri (eleştiri ve karşı-eleştiriler, her iki kitabın ek’lerinde de sürdürülmektedir), çağdaş psikanalistlerin (nesne ve nesne ilişkileri kuramcılarının) kurama katkılarını; Freud’un, din, uygarlık ve sanata ilişkin yaklaşımlarını (ve bunların eleştirilerini); son olarak da, Freud’un kuramsal etkinliğinin, maddeci felsefenin tartımı ile nereye oturtulabileceğini anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.

 

Sanırım, şunu eklemekte yarar var; epey gecikmeli de olsa, Freud’un bazı yapıtları Türkçeye kazandırılmış (Payel, Öteki, Metis, vb. yayınlar); hatta, Freud sonrası psikanalistlerin kitapları da Türkçeye çevrilmeye başlanmıştır (Metis’in, ‘Ötekini Dinlemek’ dizisi). Bunların yanı sıra, Irvin D. Yalom’un; Aşkın Celladı (Remzi K.), Nietzsche Ağladığında, Divan (Ayrıntı) gibi psikoterapi deneyimlerinden esinlenen yapıtları da Türkçeye çevrilmiştir. Bütün bunlar, yararı yadsınamayacak etkinlikler olmakla birlikte; a. Freud, psikanaliz kuramını, kendi içindeki değişme ve gelişmelerle beraber, çok uzun bir süreçte (1886-1938) ve yirmi üç ciltte toparlanılmış olan geniş bir yayım dizisi içinde oluşturduğundan ve kuramın nirengi noktaları, zaman içindeki değişmeleriyle birlikte, binlerce sayfaya -üstelik edebi bir üslupla- yayıldığından; birbiri ardına yapılan çevirilerin, okurun kafasında tutarlı bir birikim oluşturmasının güç olacağını; b. Freud’u iyi anlamadan, Freud’un psikanaliz kuramına katkıda bulunanların metinlerinden yararlanmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Birinci Kitap’ın, özellikle de bu sakıncaları giderme ve Freud’un psikanaliz kuramının bütünlüklü bir sunumu adına, işlevsel olacağını umut ediyorum.   

 

Öte yandan, ülkemizde, özellikle de yetmişli yıllar ve seksenlerin başında, psikanaliz, Marksistler tarafından kulaktan dolma bilgiler (veya önyargılarla) eleştirilmiş, daha doğrusu aşağılanmıştır. Hem bir Marksist, hem de psikanalizi uygulamaya çalışan bir psikiyatr olarak, hazırladığım Birinci Kitap’ın, bu türden marazlarımız için -de- sağaltıcı olmasını diliyorum. Dahası;  Marksist kuram ve uygulamalarındaki zaafların, kuramın bireye ilişkin boşluğundan (bunlar iç içe geçmiş olmakla birlikte, bireye ilişkin duyarsızlığından) ve kaçınılmaz olarak, ihmal edilmiş özgürlük sorunsalından kaynaklandığını düşünüyor; bu bağlamda, bireye ilişkin kuramın Marksizmi zenginleştireceğine de inanıyorum ve İkinci Kitap’ta, böyle bir duyarlılıktan kalkarak eleştirel bir zeminde (Marksizmin; ruhbilim, din, toplumsal/siyasi pratikler ve sanat alanlarındaki duruşunun eleştirisi /Eleştirel Bir Bakışla Marksizm), bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum.

 

  1. “Bir ‘al işte’, iki ‘sonra veririm’den yeğdir.” Gelecek Uzun Sürer’den/ Louis Althusser; Çev.: İsmet Birkan, Can Y., 1996, s.172 (dipnot)

 

 



No Responses Yet to “BİREY SORUNSALI/ ‘Psikanaliz ve Eleştirel Bir Bakışla Marksizm’”

  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s


%d blogcu bunu beğendi: